BİR MACAR ŞEHRİNİN ANLATTIKLARI
Nemli, sıcak ve tuhaf bir mevsimde Balaton
Macar Dağlarına bir sırdaş şehir..
Devasa ve serin söğüt dalları
Sessiz gölgelikler, dehlizler gibi..
Rengârenk çiçekler uçuşsa bile
Gönülde bir gurbet, bir günâh hissi..
Kurumuş, yıllarca; çatlamış artık
Sarı bir tabloda Macar kızları
Bir lahza cenneti hatırlatsa da
Yaşlı kadınların hüznüne sinmiş
Bir ürkek, bir titrek.. bir masal, ölüm!
Ne kalbin lisanı, ne sevda dili
Bir lahza gönlünde gördüğüm hali
Anlatamaz, bil ey...ürkek sarı kız!
Cennet ne, ölüm ne..ahret neresi?
Nerde sonsuzluğun serin busesi?
Benim çektiğim ne..şair gönlümden?
Her kızıl çiçeğe cennet zannıyla
Koşuyor..ateşle yanıyor dilim!
Sonra, günâh hissi..bir zalim hançer!
Ve yürek..zavallı..gör, dilim dilim!
Nemli, sıcak ve tuhaf bir mevsimde Balaton
Macar Dağlarına bir sırdaş şehir..
AHMET TEVFİK OZAN
ŞİİRİN DİLİ
Seni bir isimle çağırdığıma üzülme
Bir isim derim, binlerce şey söylerim
Her sözcüğün karnında onca ur
Ve her sözcüğün sırtında kambur
Hayallerimiz bir kurşunla vurulur
Aldırma, ben senin için
İsimlerin en güzelini seçerim
Geçmiş derim
Artar kederim
Her karanlıkta kaybolur bir iz
Onca dağ, onca nebî, onca kitâp söyleriz
Yanık bir türküdür dilimiz
Açılırken ellerimiz Allah’a
Buruktur içimiz
Mehdî’de gözlerimiz
Hayat günübirlik
Gelecek bir kara delik
Dörtyol ağzında yaya
Hayallerimizin etekleri dolanırken çalıya
Nasıl sevildiğimi sormuyorum
Demiyorum; hani ya
Halimi sorma sen
Sana hazırlanıyorum, desen desen
Aklımı kutulara koyduğuma
Düşüncelerimi ütülediğime bakma
Seyrederken buğulu gözlerini
Bırakıyorum dizginleri
Bütün yaptığım sana güzel bir isim bulmak
Biliyorsun gün küskün
Ay karanlık
Sokaklar çok kalabalık
Sana bir isim, bir isim sana
Kuş kanadı kadar özgür
Kelebek tozu kadar hafif
Bir polen gibi hayat yüklü
Gül alımlı, çiçek dilli
Bulunmaz bir sevgili
Başka türlü yapamam
Adın şiir kalsın e mi
Hayrettin YAZICI
MUTLAK SEVECEKSİN
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgâr gibi inmiş,
Bir sır ki bu, ölsen bile açamazsın...
Anlatması imkânsız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor: daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Ram ol bana, ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin: aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla, şuurunla, hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
NİHAL ATSIZ
ÇIKTIĞIN GECELER
Ba'zan sarı bir çehre-i ru'yâ gibi hissiz.
Tenhâ bir ufuktan görünürsün bize sessiz...
Çehrenden akan hüzn-i ziyâ, hüzn-i müebbed.
Her rûha döker giryeli bir hasret ü gurbet,
Bir hasret ü gurbet ki bütün geçmişe âid:
Günlerle ölen hâtıralar... her şeyi râkid.
Her bir şeyi pür hande yapan mâzî-yi mes’ûd...
Bir lâhza sevilmiş, unutulmuş, keder-âlûd,
Ru’yâlı kadın gözleri...âsûde semâlar:
Sislerde solan gizli ziyâlar gibi muğber,
Akşam dökülen reng-i tahayyül gibi meşkûk,
Sîmâ-yı sükûtunda yüzer mübhem ü metruk...
Göklerde ilerler yine âheste cebînin,
Eşkali dağılmış uyur altında zeminin
Bir gölge rükûduyle hayât-i ezelisi.
Nurundan akar yerlere bir sâye-i hissî...
Her şey dağılır ince dumanlar gibi bi-renk,
Yalnız bir ağaçtan duyulan bir küçük âhenk,
Leylin bu sükûtunda hafî ye'sini saklar:
Bir bülbül-i âvâre melâl-i şebe ağlar...
Sihrin o kadar nafiz olur fikr ü hayâle,
Her şey değişir titreyerek hüsn-i muhale.
Bir mestî-yi hülyâ vü ziyâ gözleri sisler.
Artık bütün eşya bize ru’yâlara benzer:
Gök sihr-i serabınla olur çöl gibi mûhiş,
Nûrunla eder -şûbhe-i eb'âda boğulmuş
Bir belde-i ru’yâ vû sükût ufka tecellî,
Ezhârı ziyâ, arzı bulut, bâdı tesellî.
Dâmânına bir nehr-i hayâlî uzatır leb,
Üstünde uyur gölgeli bir gaşy-ı mükevkeb;
Pûşîde, soluk, ince, ziyâ-kalb kadınlar,
Nehrin uzanan sâhil-i rü'yasını dinler.
Pûşîde kadınlar, bu kamer gözlü kadınlar,
Hep hâtıralardır ki geçen günlere inler.
Hep hâtıralardır ki ziyan ufku sararken,
Sessizce gelir hepsi gezer rûhumu birden...
AHMET HAŞİM
DENİZ
Sayıkladığım deniz gurbet gecelerinde,
Sevinci gür, hiddeti içimde hiç susmayan..
Bu akşam yine geldin, gülümsedin derinde,
Bin elmas parıltısı ve mahrem mırıltıdan.
Çok güzel bir uykudan uyanmış gibi mahmur
Ve hâla eşiğinde yarım kalmış rüyanın;
Düşündüm hatırladın, bakışların hülya, nur,
Harap kovuklarında yalı rıhtımlarının.
Serptin, dağıttın bütün gül ve zambaklarını
Topladığın altın göz yaşlarıyla geceden,
Kurdun, yalnızlığının kat kat saraylarını
Karanlık sularında çırpınan her gölgeden.
Ahmet Hamdi TANPINAR
BİR YAŞLI ASKERİN GENÇ HÜLYALARI
Bir yanda Aziziye Tabyası, bir yanda Mecidiye
Ortasında bir uslanmaz adam: ben!
Ve Erzurum ve hüzün... ve sen, sahi ne diye?
Ne diye yıllar sonra, unutmuş gidiyorken? ...
Karda, kışta, soğukta sükût bir beyaz örtü
Baksam üşür, ürperir; Tabyalar batmış derdim
Mavi, sarı, kırmızı... şimdi renk renk çiçekler
Yeşil, beyazı boğmuş...belli ki bitmiş derdim.
Ama hiç öyle değil, bir eski gönül düşü
Damarlarımda akan, kulaklarda çınlayan...
Tuhaf... Sarı Kız şimdi, bir sarı hayal olmuş
Senin saçların beyaz... nerde; nerde anlayan?
Sarı Kız! ... biliyorum, unutulmuş bir rüya
Belki senden yakındır, şu gönül aynasına..
Aklım bin kerre mahcup ve mahzun, doğrusu bu
Ama kim kandım demiş, sevdanın rüyasına?
Bir yanda Aziziye Tabyası, bir yanda Mecidiye..
Ortasında bir uslanmaz adam: ben! ..
Ve Erzurum ve hüzün... ve sen, sahi ne diye?
Ne diye yıllar sonra, unutmuş gidiyorken? ...
AHMET TEVFİK OZAN