NECATİ KARASU
Liseye doğru giderken, İbrahim Hakkı İlkokulunu geçince sol kaldırımdaki ilk dükkân kahvehaneydi. Bir gün öğleden sonra kahvehaneye girdiğimde, Necati, patron koltuğuna oturmuş ayaklarını da masaya çapraz bir şekilde atıp sinirli bir şekilde şöyle bağırıyordu;
-Alçaklar! Bir adamla başa çıkamadınız! Yıkılın karşımdan!
Kendi kendine doğaçlama yerli film sahnesi canlandıran Necati; çete lideri Kâzım Kartal rolünde, Cüneyt Arkın'dan dayak yemiş adamlarına fırça atıyordu. Sol tarafındaki kapı aniden açılıyor ve mini etekli kız tepsi içinde viskiyle odaya girince, viskisinden bir yudum alan Kâzım Kartal hemen Havana purosunu çıkarıyor. Puroyu yakan kız kenara çekilip esas duruşa geçiyor. Bıyıklı, geniş favorili, İspanyol paçalı ve geniş kravatlı olan ayakta duramayacak kadar bitkin adamlar, patronun karşısında yarım ay şeklinde dizilmişler.. İçlerinden bir tanesi;
-Ama, patron...
-Kes ulan! Purosunun dumanını karşısındakilere üfleyen Kâzım Kartal;
-Onu canlı istiyorum. Cezasını kendi ellerimle vereceğim. 24 saatiniz var, bu son şansınız. Şimdi yıkılın karşımdan..
Tiyatro ve dizilerde oynayabilecek kapasiteye sahip Necati'nin, doğaçlama esprileri de vardı. Bir akşam vakti 16:55'de Hasankale'ye gelecek olan banliyö trenini beklerken, İstanbul'a gidecek olan Doğu Expresi perona yanaştı. Askere gidecek çocuklar ve hüzünlü aileleri de oradaydı. Necati, o anda yaptığı türkülü- oyunlu esprilerle hüzünlü havayı dağıttı. Hüzünlü anneler birden neşelendi. Expres gittikten sonra da sevinçli bir şekilde evlerine döndüler.
1976'lı yıllar. Erzurum'da, şimdiki İş Bankası'nın yeri Gündoğdu Palas, sabah Erzurum'a gelen Hasankale'li gençlerin ilk uğrak yeriydi (1). Kahvehaneye gelen Hasankale'liler, birisiyle tavla oynayan Necati'nin masasına oturuyordu. Pos bıyıklı ve göbekli garson, büyükçe tepsiyle çay servisi yapıyordu. Boş bardakları toplayan garson, tekrar çay servisi yapıyordu. Üçüncü parti çay gelince, Necati içmiyoruz dedi. Garson pis pis baktı ve gitti. Biraz sonra yine çay getirdi. Zar atan Necati'nin elleri titrerken, garsonun arkasından şöyle dedi;
-Getir getir ... ..... vereceğim iki çay parası..
Gençlik yıllarında Necati bir kızı sevmekte fakat bir türlü açılamamaktadır. Kızın belki de haberi yoktur. Çarşıdan geçen kızın, arkasından koşan Necati'nin kafasına çantayı yemeden evvelki son cümlesi;
-Bir dakikanızı özür dileyebilir miyim!..
Öyle ya, her aşığın bir ah'ı vardır. Gâhi Arzu, gâhi Kamber.
ORHAN DAL
Ortaokulda beraber okuduk. 2. sınıfta iken, doğu blok güneye bakan cam kenarı sondan ikinci sırada otururdu. Öğleden sonra birinci derse gelir, ikinci derse girmezdi. Çok neşeli bir mizaca sahipti. Bir şey anlattığında devamlı gülerdi. Baba mesleği olan uzun yol kaptanlığı yapmışlığı davar. Şoförlük, baba mesleği. Hasankale'de ilk araba, babası Osman Dal'a ait. Bir ara Dadaş Turizmin Müdürlüğünü de yaptı.
1990'lı yıllar.. Ömer Çarıklıoğlu, Pasinler Belediyesinde personel olarak çalışmaktadır. Arkadaşıyla İstanbul'a otobüsle gideceklerdir. Otobüs biletlerini biraz hesaplı alabilmek için Orhan Dal'ın yanına giderler. Terörün zirvede olduğu yıllar. Özellikle ''Polis Özel Harekât Timleri'' teröristlerin korkulu rüyasıdır. Ömer ve arkadaşı, Dadaş Turizm Müdürlüğüne uğradıklarında bir hacı ve 15-20 yaşlarındaki bir genç oturmaktadır. Ömer büroya girerken, Orhan yanındaki hacıya hitaben;
-Hacım, bu ikisi dağlarda terörü bitirdiler.. diyerek uzun uzadıya hayalen hikâyeler anlatır. Ömer şaşkındır, konuşmaya fırsat bulamaz. Hacının ve yanındaki genç çocuğun gözleri dolar. Hacı, Ömer ve arkadaşının elini öpmek istese de Ömer fırsat vermez.. Orhan;
-Bunlara bir gün mangal ziyafeti verdim. Limonu havaya fırlatıp;
Uşağ, limon arkanızda..dediğimde; anında, silahlarını çekip, limonu paramparça ettiler...
Sonuç olarak, Ömer ve arkadaşı ucuz bilet alamadan oradan ayrılırlar.
REMZİ DEĞERLİ
İlkokulda beraber okuduk. Çok kere de okuldan beraber gelirdik. Bazen fırınlarda ekmek kalmadığında Nazir Değerli'nin lokantasından alırdım. Bir gün 5. sınıfta iken, bahçede sabahçıların dağılmasını beklerken Muktedun Fırat'la bilemediğim bir sebepten kavgaya tutuştuk (2). Muktedun beni döverken, Remzi de hem bana taktik veriyor hem de tezahürat yapıyordu. Ben Remzi'nin kavgaya ayırmasını hayal ediyorken, maç 5-0 bitti..
HAYATİ BAYOĞLU
Ömer Bayoğlu'nun/Artist Ömer kardeşi olan Hayati Bayoğlu bizden bir üst sınıfta okumaktaydı. Askerlik dönüşü; önce Araştırma Hastanesinde sonra da Rektörlük binasında bulunan kütüphanede memur olarak çalışmaya başladı. Evlerimiz yakın olduğu için çok kere okula beraber giderdik. Okuldan gelince Malakan'ın kenarında hem koyunlarını otlatır hem de tarih, coğrafya,felsefe gibi sosyal derslere çalışırdı (3). Okula giderken de sınıflarında yaşananları anlatırdı. Öğretmen;
-Ne tuhaf şeyler anlatıyorsun. Bu anlattıklarının aslı var mı?
-Ğocam; Asli olmasa, Kerem yanar miydi!!
.....
Coğrafya dersine, öğretmen eksikliğinden dolayı ziraat mühendisi Hamza Babagil gelmektedir. Hoca sınıfa hitaben, dersi kim anlatacak dediğinde;
-Hocam dünyamız portakal şeklinde olup...........
-Yahu Yaşar (Çolak), anlattıkların kitapta yok ama, güzel şeyler söylüyorsun...
...
Bizim sınıfta dahil olmak üzere ingilizce derslerine ilk defa filoloji mezunu Demir Ünsal gelmekteydi. Ankara'lı olan hoca kısa boylu, seyrek bıyıklı olup kısa bot giyerdi. Çok ciddi ve prensip sahibi olan Demir bey her derste;
-Geçen derste ne öğrenmiştik, diyerek kısa bir tekrar yaparak başlardı. THE kelimesini telaffuz ederken, dili dişler arasına alarak DI diye okuyordu. Bu telaffuz şekli bütün sınıfların hoşuna gitmişti. Herkes teneffüste bu şekilde konuşuyordu. Demir bey 6-ed. sınıfında da;
-Geçen derste ne öğrenmiştik, dediğinde; ....aynen şöyle diyor;
-Bennam ğocam embele zın-zın etdığ durduğ.. Demir bey;
-Ben artık bu sınıfta ders yapamam diyerek sınıftan gidiyor. Ders boş geçerse, yaz tatilinde Erzurum'dan hoca gelip en az 1 ay ders anlatıp sonunda da sınav yapılacak. Netice itibariyle yaz tatili ziyan olacak. Sınıf şaşkın bir şekildeyken Yaşar Çolak, Demir Ünsal'ın peşine düşüyor;
-Hocam, arkadaş bir hata yaptı. Kusura bakmayın, lütfen sınıfa gelin.
-Hayır, Yaşar. Ben artık o sınıfa gelemem. Yaşar Çolak çok ısrar etmesine rağmen hoca bir türlü sınıfa gelmeye ikna olmaz. Sonunda Yaşar Çolak hocayı iki eliyle kucakladığı gibi sınıfa getirir. Hocanın çırpınışları ve sınıfın alkışları arasında hocayı öğretmen masasına oturtarak olası bir krizi de kendine has bir metotla çözer...
Tarih dersi başta olmak üzere coğrafya, yurttaşlık gibi sözel dersleri öğrenciler anlatırdı. Bunun için de sayfa sayısının azaltılması için pazarlık yapılırdı. Öğretmenin çalışıp anlatmamız için verdiği en az 10 sayfalık ders pazarlık neticesinde 5 sayfaya düşürülürdü. Öğretmenin;
-Dersi kim anlatacak! dediğinde sınıftan ses çıkmazsa, hocanın cebinden not defteri çıkardı. Bazen de, öğretmen gözlerini kapatıp havada en az 3 tur atan kalemini sınıf listesinin üzerinde sonlandırırdı. Tahtaya kalkan kişi;
-Hocam, kitâba bakmak serbest mi? diye sorardı. Kitâptan bir cümle okuyup gerisi uydurulurdu. Bizim sınıfta bu işi en iyi Burhan Atbaşı yapardı. Tarih kitâbını yeniden yazabilecek kapasitedeydi. Orta 3. sınıfta, Karani Cengiz, tarih dersini bir baştan bir de sondan anlattırırdı. Kafamız biraz karışık bir şekilde kitabın orta yerinde buluşacaktık.
DİPNOTLAR
1-Gündoğdu Palastaki tavlalar antika türü şeylerdi ve zarları kemikti. Kitapsarayından mika zar satın alıp, tavla oynayıp giderken zarları değiştirirdik.
2-Muktedun Fırat, Pasinler Ortaokulundan sonra Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulunu bitirip teğmen oldu. Askeri Okulları tanıtım programı için 1987 senesi mayıs ayında Tortum Lisesine gelmişti. Ben 5-fen sınıfında iken, sınıfta tanıtım yapmıştı.