MEKTUP
Gurbetteki akrabalarla iletişime geçmenin en kolay yolu mektup yazmak veya telefonla konuşmaktı. Mektup en az bir haftada giderdi (1). Postane, şimdiki Ziraat Bankasının yerindeydi ve mektup kabul edilen banko bayağı yüksekti. Mektubu uzattığımızda, memur ayağı kalkıp, elini uzatarak alırdı (2).
Mektup; ''Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperiz, diye başlayıp kestane kebap acele cevap bekleriz.’’ diye sonlanırdı. Kâğıdı zarfa koyup ağzını da yapıştırdıktan sonra adresi yazıp postaneye verirdik. Evdeki en küçük çocuğun sağ eli mektup kâğıdının üzerine konulup resmi çizilirdi. Köylere gelen mektuplar da tanınmış veya köyden olan bir esnafın dükkânında toplanıyordu. Mektuptaki adres kısmına, isimden sonra bakkalın adı yazılıp parantez içinde ELİYLE ibaresi ekleniyordu. Zarfın yapıştırıldığı tarafa ise gönderenin ismi yazılıyordu. Bazı mektup zarflarının arka tarafına ise BİL BAKALIM KİM diye yazılıyordu.
Hürriyet gazetesi, 30 kupon karşılığında okul defteri ebadında 3 kitâptan biri tercih edilmek kaydıyla kitâp veriyordu. Kitâplar, roman veya ansiklopedi şeklindeydiler. Kitâbın kapağında Faruk Geç’in çizdiği bir resim vardı. Çekiliş karşılığı İstanbul’da dayalı döşeli daire veya Mercedes marka araba veriliyordu. Lisedeyken de gazetelerdeki reklamı yapılan dersanelere broşür göndermeleri için mektup yazardım. Dersaneler de hem broşür hem de test kitapları gönderirlerdi. (Arı, Gökşen, Murat, Büyük Dersane, Unkapanı, MEF-Modern Eğitim Fen Dersanesi..)
O zamanlar postacı şarkısı da meşhurdu. ‘’Bak postacı geliyor, selam veriyor, herkes ona bakıyor merak ediyor….’’ Gazeteler ise posta treni ile gelirdi. Rulo halinde ambalajlı gazetelerin üzerinde GA-ME-DA (Gazete mecmua dağıtım.) yazılıydı. Daha sonra Hürriyet gazetesi Hür-dağıtım adı altında kendi dağıtım ağını kurdu. Ankara’da basılan gazete bir gün gecikmeyle, saat 10 ile 14 arası posta treniyle gelirdi. Bir keresinde yollar aşırı kar yağmasından dolayı kapandığından 15 gün gazetesiz kalmıştık.
Mektupların dışında bir de bayram ve yılbaşı kartları vardı. Mektup zarfına sığacak ebatta ilçe ve illerin resimleri ile manzara resimleri kırtasiyecilerde satılırdı. Bu kartların çoğusu AND kartpostal ve yayınları koll. şti. tarafından çıkarılırdı. Boğaziçi köprüsüne, Üsküdar Bağlarbaşı tarafından girince sol tarafta duvarın üstünde bu firmanın reklamı vardı. Pasinler (Hasankale) resimlerinin çoğusunda, kartın arka tarafında şöyle yazardı. (Resim: Fehim İbrahim Hakkıoğlu veya Kemal Gültekin.) Bir de cep telefonu ebadında, üzerinde resim olmayan bayram kartları vardı. Bazı entel takılanlar da bu kartları matbaada istediği şekilde yazdırırdı. Bunların zarfları yapıştırılmazdı. Zarf kapağı, zarfın içine konulurdu. Bazı yılbaşı kartları çok güzeldi. Kar manzaralı resimlerin üzerine renkli sim pullar yapıştırılmıştı.
Babam, yılbaşı ve bayramlarda yazdığı tebrik kartlarını postaneye götürürdüm. Cemal Subaşı (Kars), İhsan Oğuz (İnebolu)(3) , Galip Füsunoğlu (Mal Müdürü, Çermik Şenliklerinin fikir babası) , Servet Aydınoğlu Van Lisesi Müdürü (4), Ömer Aygün (İst. Beyoğlu Cinayet Masası Amiri. Geçici olarak buraya atanmıştı.), Piyade Üsteğmen Yaşar Yüksel.. aklımda kalanlar (5)
Asker mektubu ise ücretsizdi. Askerlere gelen ve giden mektuplar kontrolden geçerdi. Giden mektuplara ‘’er mektubu’’ diye kaşe basılır ve topluca postaya verilirdi. Nişanlı veya evli askerler için durum değişirdi. Onlar da koğuşta yazdığı mektupları, hafta sonları çarşıya çıktıklarında inzibatlara yakalanmadan postaya verirlerdi. Bazen de bu işlem sivil vatandaşlar tarafından yapılırdı (6).
Mektup, şarkılara ve şiirlere de konu olmuştur. Zeki Müren’in söylediği arabesk-fantazi formatındaki;
‘’Bir mektup bir resim vardı masada..’’ şarkısı ve Ahmed Paşa’nın yazmışam redifli gazeli canana yazılan mektuptan bahseder. Cemil Meriç’in, İletişim Yayınlarından çıkan JURNAL 2 adlı eseri ise Lamia hanıma mektuplardan oluşmaktadır.
Ser-nâme-i mahabbeti cânâne yazmışam
Hasret risâlesin varak-ı câna yazmışam
Nâlişlerini derd ile bî-çâre bülbülün
Bâd-ı sabâ eliyle gülistâna yazmışam
Eskiden zenginlerin evinde ve bazı mağazalarda telefon vardı. İlçe içerisinde bulunan birisiyle konuşmak için önce postane aranıyordu. Ahize kapalı durumdayken telefon çaldırılıp gelen zil sesiyle ahize kaldırılıp, konuşulacak numara söyleniyordu. Şehirlerarası konuşmak için ise yine postaneye numara söylenip bekleniyordu. Konuşma şekli; normal, acele ve yıldırım şeklinde oluyordu. Üç kategorinin ücret skalası da farklı bir şekilde faturaya yansıyordu. Evde telefon yoksa, postaneye gidip memura gerekli bilgiler verilip bekleniyordu. Telefon ödemeli arandığında, ücreti karşı taraf ödüyordu. Askeri garnizonda da aynı sistem mevcuttu. Bazen ebonit ahize ele alındığında elektrik çarpması oluyordu. Santralda bulunan kişi arayan kişiye ait jakı, aranan kişinin olduğu bölmeye takıyordu.
1980’li yıllardan itibaren her il ve ilçenin rakamlardan oluşan bir kod sistemi oluşmaya başladı. Metalik jeton atılarak önce bu kod numarası daha sonra da o yerin telefon numarası kodlanıyordu (7). Bunun için de habire jeton atılması gerekiyordu. Daha sonra kontör yüklü kredi kartı ebatlarında plastik telefon kartları çıktı. Batı bölgelerindeki kartlar daha zarifti ve üzerinde manzara resimleri vardı. Yozgat’taki otobüs dinlenme tesislerinde, telefon kabininde, ‘’Doğudaki kartlar burada geçmez..’’yazısı vardı.
Postanelerde ve tren istasyonlarında telgraf da bulunmaktaydı. ELT, normal, acele, yıldırım ve lux şeklinde seçenekler vardı. 25 kelimeden sonra kelime başına ücret alındığından, gönderilecek mesaj için kelimelerin özenle seçilmesi gerekiyordu. Gişedeki memur yazıyı Mors alfabesiyle gönderiyordu ve her cümlenin sonuna STOP yazıyordu. En ucuzu ELT idi. Diğer kategoriler daha pahalıydı. Lüx kategorisi ise nişan veya düğün saatinde ulaştırılıyordu. Postanelerde fax cihazı da kullanılmaya başlandı. Gazeteciler maçlardaki enstantaneleri fax cihazıyla gönderiyordu. Gazetedeki fotoğrafın altında şöyle bir ibare vardı: Tele-fax Akajans veya Tele-fax hha.
1975’li yıllarda; Mr. Spock (Leonard Nimoy/seslendiren Erol Amaç) ve Kaptan Kirk’in (Wıllam Shatner) rol aldığı Uzay Yolu dizisinde cep telefonu ve açılıp kapanan kapılar vardı.
DİPNOTLAR
1-Normal, uçak ile (‘’By air mail.’’ yazılı kâğıt yapıştırılırdı. Normal mektuba göre biraz pahalıydı.). Taahhütlüde müşterinin eline mektubun kabul edildiğine dair belge verilirdi. İadeli taahhütlüde ise mektubu alan, zarf ebadında 1. hamur kâğıtta mektubu aldığına dair imza atar ve bu kâğıt mektubu yazana gönderilirdi. Bir aksilik olduğunda reklamasyon yapılıp mektubun nerede kaybolduğu araştırılıp karşı tarafa ulaştırılırdı.
2-Kent meydanının yanındaki Korucu Mobilyanın olduğu binanın üst katı Ziraat Bankası alt katı ise Öğretmenler lokaliydi. Öğretmenler lokali, sinemanın yanına, Ziraat Bankası ise postanenin yerine taşındı.
3-Cemal Subaşı ve İhsan Oğuz ortaokulda öğretmendiler. Cemal Subaşı’na, Kars’tan gelip matematik sorusu çözdürürlermiş. İhsan Oğuz ise Bakanlık Müfettişi oldu.
4-1985 yılında Van’a gitmiştim. Van Lisesinde öğretmen olan Mücahit Tabiş, beni Servet Aydınoğlu’yla tanıştırdı.
5-Mehmet Arıcı'nın Harbiyeden sınıf arkadaşı olan ve İzzet Günay'a benzeyen Yaşar Yüksel, sosyalitesi hayli yüksek bir üsteğmendi. İlk görev yeri olan Hasankale'ye atanınca, M. Arıcı babamla tanışmasını söylüyor. Buradan gittikten sonra her görev yaptığı yerde askerlere Hasankale’li olanlara babamı sorarmış. Oğlu Erzurum’da uzman hekimlik yaptı.
6-Cumartesi ve pazar günleri, Doğu ve Batı Kışlanın –nöbet görevi olmayan ve cezasız- bütün askerleri çarşı iznine çıkardı. Bunları kontrol için inzibatlar da çarşıyı dolaşırlardı. İnzibatların kemerleri beyazdı ve omuzdan bele doğru beyaz kalın iplik vardı. Miğferlerinde ve sol kollarında AS-İZ bandajı vardı. İnzibat komutanı da jeep ile dolaşırdı. Askerlerin lokanta, kahvehane gibi yerlere girebilmeleri için o yerlerin Garnizon Komutanlığından yazılı izin almış olmaları gerekirdi. Cama imzalı ve mühürlü şöyle bir yazı asılırdı. ‘’Er ve erbaşın girmesi serbesttir.’’ Askerin ilçedeki, sinemaya girmesi de yasaktı. Perde arasında inzibatlar sinemayı kontrol ederdi. Sarıkamış, Kars veya Kağızman’a trenle asker sevkıyatı yapılırdı. Çocukluğumuzda kompartıman camından uzattıkları şişelerine istasyondaki çeşmeden su doldururduk, onlar da bize para verirdi.
Asker ve araç sevkıyatı bazen de karayoluyla olurdu. Konvoyun en başındaki araçta, büyük puntolarla ‘’DİKKAT ACEMİ ŞOFÖR’’ yazısı vardı. Büyük araçlarda ve özellikle akaryakıt tankerinin arkasında yaklaşık 1 m. boyunda elektrik yükünü boşaltmak için zincir vardı. Araçların ön ve arka tarafındaki beyaz renkte altı basamaklı rakamlar beyaz bez ile kapatılmıştı. Cemse (GMC) ve küçük Dodge araçlarla giden askerler için, biz de yolun kenarına dizilip selam verip ASKER ABİ diye bağırırdık. Onların da hoşuna giderdi ve para atardılar. Konvoyda uçaksavarlar ve toplar da bulunurdu. Çoğu araçların ön tarafında uzunca bir anten vardı. Antenin ucu metalik tel ile bir yere iliştirildiğinden anten kavisli bir görünüm almıştı. Konvoyun sonunda ambulans ve yüzbaşı olan komutan vardı. Komutanın olduğu jip, bazen başta bazen de sonda olurdu. Her zaman olduğu gibi, komutanın sağ ayağı dışarda basamakta havalı bir şekilde dururdu.
Bazen de konvoyda bozulan araç olurdu. Tamirat uzun sürecekse konvoy giderdi. Erzurum’dan gelen ekip aracı tamir ederdi. Alman M-48 Leopard tanklarının geçişi çok heybetli olurdu. Ön tarafta sağ ve solda iki askerin başları gözükürdü. Komutan ise üst tarafta, yüzünün her tarafı elektronik cihazlarla kuşatılmış bir şekilde, belden yukarısı dışarda sağı solu gözetlerdi.
Doğu ve Batı Kışlaya trenle gelen kömürler, istasyonda askerler tarafından askeri araçlara doldurulurdu. Askeri araçlarla istasyondan taşınan buğdaylar, Muhsin Yüce’nin değirmeninde öğütülüp un haline getirilirdi. Her gün saat 13 civarında Doğu Kışlanın aracı meydan köprüsünden geçerek Hikmet Efendinin bahçesinin karşısına çöpü dökerdi. Burada martılar hiç eksik olmazdı. Cemseden biraz daha küçük olan bu araç giderken PAT PAT diye ses çıkarırdı.
7-Kayseri’de çalıştığım Mimar Sinan Lisesinin telefon numarası 113 61, Kayseri öğretmenevinin ise 110 37 idi. Manyetolu telefonlar tren istasyonlarında da vardı. Telefon direkleri ise demiryolu rayları ile Malakan çayı arasındaydı. Bütün telefon direkleri; içinde haşere yaşamaması için ilaçlı sıvının içinden geçirilirdi. Bu direklere çıkmak için ayağa metalik kelepce takılırdı. İstasyondan giden bütün trenler, telefon vasıtasıyla ilk istasyona bildirilirdi.