Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi!

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış. Filmin adı: "Küçük Tavuk" Ekranda, bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, ferikler, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu var. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen, beslenemeyen, zayıf düşen bir tavuk ailesi var. Yaşlı ve büyük horoz ise, tedbir maksadıyla dışarı bırakmadığı tavuklara da ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını bir çeşit sağlıyor. Kümese giremeyen tilki de bu hususu çözmek için kümesin tellerinin üzerine küçük bir delik açarak, kümesin içindeki küçük ve genç bir horozla diyaloğa giriyor hatta ona biraz Mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç her gün bu deliğin önüne geliyor ve tilkiden mısırını alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü ve Etkinliği de kırılmış oluyor. Hatta çevresinde ona itaat eden, onun sözünü dinleyen tavuklar her geçen gün azalıyor. Iktidar ise tilkinin beslediği genç horoza doğru kayıyor, hem genç horoz güçlenip kuvvetleniyor hem de genç horoza biat eden diğer tavuk ve Kümes halkı beslenip, obez derecesine gelip irileşiyor. Tilki ise nihayetinde kümesin o küçük deliğinden mısır vermeyi bırakıyor, mısırları kümesin önüne atıyor... İşte tam bu aşamada kümesin içindeki yaşlı horoz ve kalan üç beş taraftarıyla tilki yanlısı grup arasında büyük bir kavga başlıyor. Tecrübeli grup asla dışarı çıkılmamasını ve kapının önüne bırakılan mısırların yenilmemesini ısrarla istiyor. Lakin genç horoz ve grubu korkarak ta olsa kapının önüne boyunlarını uzatarak ve Çekerek Mısır'ı yemeye başlıyorlar. Bakıyorlar ki tilkiden bir saldırı ve zarar gelmiyor. Hatta tilki ortalıktan bile kaybolup gidiyor. Kümesteki genç lider ve Kümes ahalisinin tüm korkuları yok oluyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.” Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış. Gökten üç elma düşmüş... Peki kimin başına (Akıllı, Kapitalist, Sömürgecinin başına mı?) Sorular: 1-Kümes NERESİ?, 2-Yaşlı horozlar KİMLER? 3-Genç horoz KİM, şu anda neler yapıyor? 4-En önemlisi tilki KİM?”(İş-net) Evet, esas itibariyle geri kalmış 3. dünya ülkeleri; kendileri tarafından referans kaynağı olarak alınan sömürgeci ve tek tipleştirici batı  medeniyeti ve bu medeniyetin ortaya çıkardığı küresel güçler tarafından yönetilirken, sistemin ana hatları hep kaybedenler ve aynı şekilde sürekli kazananlar üzerine inşa edilir. Bilindiği gibi, çok basit bir bireysel ve toplumsal refleks olarak genellikle daha güçlüden ve her durumda kazanandan yana tavır konulur, hep onun düşündükleri ve dedikleri doğrultusunda kararlar alınır. Tabiri caiz ise, artık onlara göre doğru olan; sebebi objektif değerlendirmelerle akıl edilmeden ve beklide sadece güdülenmişlik ve refleks olarak üzerine atlanan, kümesin etrafında dolaşan tilkinin çok kısa vadede mide dolduran telkin ve beklentileridir. Hiç bilinmez ki, tilkinin kendi inine doğru döşediği yemler, daha semizleşerek sofrada arzı endam edenlerin midelerini daha iyi doyurmak içindir. Yaşanan acı tecrübeler sonucunda, kendilerine sunulan imkân ve fırsatların hiçte akıl ettikleri  gibi  olmadığı ve akıl edemedikleri gibi olduğu anlaşılıncaya kadar iş işten çoktan geçmiş olur. Çünkü tilkinin mağarasının kapıları da, bir daha açılamayacak şekilde kapanmış olacaktır. Artık geriye dönüş yoktur, öğrenilmiş ve kabul edilmiş çaresizlik halkası bire bir herkesin boynuna geçirilmiştir. Belki de tuzağa düşürülen zavallılara bırakılan seçenek; yola döşenen daneleri yiyerek  tüketilen çarelerden ümit tohumlarını bulmak ve onlar üzerinden düştükleri girdaptan olası çıkış çareleri üretmektir. Burada kolay yoktur ve zordan da öte zorlar vardır. En zor olanı da, üzerleri her an yeniden boyanıp cilalanan danelerin yenilmesiyle ortaya çıkan alışkanlıklardan kurtulmaktır.  Çünkü tam tilkinin mağarasının ortasında mısır daneleri bittiğinden, her zamanki gibi, artık yenilecek bir şey kalmayacak ve yemeye alışan zavallıların yiyecekleri tek şey; kendi öz değerleri olacaktır. Orası bir can pazarıdır ve her tavuk/herkes kendi canının derdine düşmüş olacaktır ve  yavaş  yavaş suyu ısıtılan kazanın içerisine düşen kurbağalar misali hiç gözünü kırpmadan kendi canını kurtarmak için en yakınındakini dahi hiç akıl etmeden/gözünü kırpmadan harıl harıl yanan ateşlere harcayacaklardır. Kümesteki tavuklar gibi kendi sınırlarına hapsedilmiş, kişisel gelişimini tamamlayamamış bireylerden oluşan ve yığınlaşmış kalabalıklardan meydana gelen toplumlarda, elde edilecek kazanımların temelinde adaletin olmasını aramak, suyu kurumuş nehirde kürek çekmeye benzer. Olması gereken nehrin suyla buluşturulmasıdır. Ancak o zaman nehir içerisinde barındırdıkları ve üzerinde yol verdikleriyle kendisini ebediyen var edecektir. Bu varlık, tüm paydaşların kendi işlevsellikleri çerçevesinde var olmaları anlamına gelir. Aksi halde tilkinin mağarasına kadar giden darı yolları, yem yiyen tavuklarla dolup taşacaktır. Neresinden bakarsak bakalım, sistem böyle kurulmuş ve çalışmaya devam etmektedir. Geçmişten günümüze kadar inşa edilerek tüm insanlığa hiç ayırt etmeden yüzyıllarca hizmet veren Osmanlı Türk – İslâm medeniyeti yine aynı güçler tarafından zayıflatılarak devre dışı bırakıldıktan sonra, gelişen “Batı Medeniyeti” kendisini hep kazanan ve diğerlerini de hep kaybedenler şeklinde konumlandırıyor. Aklı ve idrakleri zorlayacak şekilde ortaya çıkan bu yapı, sürekli kendisinin yapılandırdığı düşmanlarının kazananı olmaktadır. Amerika’nın yapılandırdığı; “El Kaide” , sonuçta Amerika’nın kaybedenlerindendir. Batı güçleri, hep kendi yapılandırdıkları unsurların kazananları olmuşlardır. Bunun esas adı; risk yaratarak o riskleri yeniden satın almaktır. Kendilerini dünyanın sahibi ilan edenlerin en korktukları şey; günün birinde kaybeden konumuna düşerek yarattıkları kazanan ve güçlü olan algısının zaafa uğramasıdır. Onlar için de işte o noktadan geri dönmek ve eski konumu yakalamak oldukça zordur. Dolayısıyla onlar için gerekli olan, her geçen gün ilerde kendilerine karşı kaybedecek düşmanlar yaratılmasıdır. Onların amaçlarına hizmet etme noktasında dost veya düşman farkı yoktur. En yakın dost veya müttefiklerini bir anda düşman, en acımasız düşman ilan ettiklerini de en yakın dost ve müttefik sayabilirler. Günümüzün post modern Don Kişot’u  olan Rahmetli Teyo Pehlivanın felsefesinde de bu yapılanmayı görebiliriz. Onun imkânsızı mümkün kılan felsefesinde de, kendi kurguladığı hayal dünyasında bir problem yaratır ve sonunda Teyo pehlivana o problemi çözdürerek kendi konumunu güçlendirir veya kabul edilen gücünü devamlı korur. Son dönemlerde ortaya çıkan IŞİD terör örgütüne de bu bakış açısıyla yaklaşılmalıdır. Bu coğrafyada Amerika; ortaya koyduğu tutum ve davranışlarıyla ötekileştirdiği İslâm dünyasını karalamak, olmadığı gibi kötü göstermek, kendi içerisinde birlik ve beraberlik ruhunu sabote etmek için sahte imajlarla yarattığı terörist kıyafetli temsilcilere her türlü teçhizat ve gösteriş desteği vermiştir. Zaten o bölgede bahsettiğim emperyal güçlerin onayı ve yine o güçlerin  belirledikleri zaman dilimleri çerçevesinde destekleri olmadan böyle bir yapının ortaya çıkması olası değildir. Bu yapıya yüklenen İslâm dünyasını kötü temsil rolü zemin bularak batı dünyasında geliştirilen İslâmofobi algısı yerleştirildikten sonra, ikinci perde açılmış ve artık yaratılan naylon düşman yok edilerek hiçbir durumda alt edilemeyen bir güç gösterisi yapılacaktır. Böylece İslâm dünyasında mızrağa yumruk çekilmez, Amerika’ya rağmen hiçbir şey olmaz, Amerika olmadan biz bir şey yapamayız tükenmişliği sendromu gelişmeye başlar. Şimdilik bu perde açılmış ve salon seyircilerle dolmaya başlamıştır. Hiç vakit geçirmeden kendi gerçeklerimizi resmeden milli oyunlarımızı yazmak ve kendi tiyatrolarımızda sahnelemek ve o seyirciyi oralardan almak zorundayız. 
Ekleme Tarihi: 21 Şubat 2015 - Cumartesi
Ali Osman ENGİN

ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi!

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.

Filmin adı: "Küçük Tavuk"

Ekranda, bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, ferikler, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu var.

Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor.

Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen, beslenemeyen, zayıf düşen bir tavuk ailesi var.

Yaşlı ve büyük horoz ise, tedbir maksadıyla dışarı bırakmadığı tavuklara da ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını bir çeşit sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki de bu hususu çözmek için kümesin tellerinin üzerine küçük bir delik açarak, kümesin içindeki küçük ve genç bir horozla diyaloğa giriyor hatta ona biraz Mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç her gün bu deliğin önüne geliyor ve tilkiden mısırını alıyor.

Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor.

Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü ve Etkinliği de kırılmış oluyor. Hatta çevresinde ona itaat eden, onun sözünü dinleyen tavuklar her geçen gün azalıyor.

Iktidar ise tilkinin beslediği genç horoza doğru kayıyor, hem genç horoz güçlenip kuvvetleniyor hem de genç horoza biat eden diğer tavuk ve Kümes halkı beslenip, obez derecesine gelip irileşiyor.

Tilki ise nihayetinde kümesin o küçük deliğinden mısır vermeyi bırakıyor, mısırları kümesin önüne atıyor... İşte tam bu aşamada kümesin içindeki yaşlı horoz ve kalan üç beş taraftarıyla tilki yanlısı grup arasında büyük bir kavga başlıyor. Tecrübeli grup asla dışarı çıkılmamasını ve kapının önüne bırakılan mısırların yenilmemesini ısrarla istiyor. Lakin genç horoz ve grubu korkarak ta olsa kapının önüne boyunlarını uzatarak ve Çekerek Mısır'ı yemeye başlıyorlar. Bakıyorlar ki tilkiden bir saldırı ve zarar gelmiyor. Hatta tilki ortalıktan bile kaybolup gidiyor. Kümesteki genç lider ve Kümes ahalisinin tüm korkuları yok oluyor.

Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor.

Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.

Gökten üç elma düşmüş... Peki kimin başına (Akıllı, Kapitalist, Sömürgecinin başına mı?)

Sorular:

1-Kümes NERESİ?,
2-Yaşlı horozlar KİMLER?
3-Genç horoz KİM, şu anda neler yapıyor?
4-En önemlisi tilki KİM?”(İş-net)

Evet, esas itibariyle geri kalmış 3. dünya ülkeleri; kendileri tarafından referans kaynağı olarak alınan sömürgeci ve tek tipleştirici batı  medeniyeti ve bu medeniyetin ortaya çıkardığı küresel güçler tarafından yönetilirken, sistemin ana hatları hep kaybedenler ve aynı şekilde sürekli kazananlar üzerine inşa edilir.

Bilindiği gibi, çok basit bir bireysel ve toplumsal refleks olarak genellikle daha güçlüden ve her durumda kazanandan yana tavır konulur, hep onun düşündükleri ve dedikleri doğrultusunda kararlar alınır. Tabiri caiz ise, artık onlara göre doğru olan; sebebi objektif değerlendirmelerle akıl edilmeden ve beklide sadece güdülenmişlik ve refleks olarak üzerine atlanan, kümesin etrafında dolaşan tilkinin çok kısa vadede mide dolduran telkin ve beklentileridir. Hiç bilinmez ki, tilkinin kendi inine doğru döşediği yemler, daha semizleşerek sofrada arzı endam edenlerin midelerini daha iyi doyurmak içindir.

Yaşanan acı tecrübeler sonucunda, kendilerine sunulan imkân ve fırsatların hiçte akıl ettikleri  gibi  olmadığı ve akıl edemedikleri gibi olduğu anlaşılıncaya kadar iş işten çoktan geçmiş olur. Çünkü tilkinin mağarasının kapıları da, bir daha açılamayacak şekilde kapanmış olacaktır. Artık geriye dönüş yoktur, öğrenilmiş ve kabul edilmiş çaresizlik halkası bire bir herkesin boynuna geçirilmiştir. Belki de tuzağa düşürülen zavallılara bırakılan seçenek; yola döşenen daneleri yiyerek  tüketilen çarelerden ümit tohumlarını bulmak ve onlar üzerinden düştükleri girdaptan olası çıkış çareleri üretmektir. Burada kolay yoktur ve zordan da öte zorlar vardır. En zor olanı da, üzerleri her an yeniden boyanıp cilalanan danelerin yenilmesiyle ortaya çıkan alışkanlıklardan kurtulmaktır.  Çünkü tam tilkinin mağarasının ortasında mısır daneleri bittiğinden, her zamanki gibi, artık yenilecek bir şey kalmayacak ve yemeye alışan zavallıların yiyecekleri tek şey; kendi öz değerleri olacaktır. Orası bir can pazarıdır ve her tavuk/herkes kendi canının derdine düşmüş olacaktır ve  yavaş  yavaş suyu ısıtılan kazanın içerisine düşen kurbağalar misali hiç gözünü kırpmadan kendi canını kurtarmak için en yakınındakini dahi hiç akıl etmeden/gözünü kırpmadan harıl harıl yanan ateşlere harcayacaklardır.

Kümesteki tavuklar gibi kendi sınırlarına hapsedilmiş, kişisel gelişimini tamamlayamamış bireylerden oluşan ve yığınlaşmış kalabalıklardan meydana gelen toplumlarda, elde edilecek kazanımların temelinde adaletin olmasını aramak, suyu kurumuş nehirde kürek çekmeye benzer. Olması gereken nehrin suyla buluşturulmasıdır. Ancak o zaman nehir içerisinde barındırdıkları ve üzerinde yol verdikleriyle kendisini ebediyen var edecektir. Bu varlık, tüm paydaşların kendi işlevsellikleri çerçevesinde var olmaları anlamına gelir. Aksi halde tilkinin mağarasına kadar giden darı yolları, yem yiyen tavuklarla dolup taşacaktır. Neresinden bakarsak bakalım, sistem böyle kurulmuş ve çalışmaya devam etmektedir.

Geçmişten günümüze kadar inşa edilerek tüm insanlığa hiç ayırt etmeden yüzyıllarca hizmet veren Osmanlı Türk – İslâm medeniyeti yine aynı güçler tarafından zayıflatılarak devre dışı bırakıldıktan sonra, gelişen “Batı Medeniyeti” kendisini hep kazanan ve diğerlerini de hep kaybedenler şeklinde konumlandırıyor. Aklı ve idrakleri zorlayacak şekilde ortaya çıkan bu yapı, sürekli kendisinin yapılandırdığı düşmanlarının kazananı olmaktadır. Amerika’nın yapılandırdığı; “El Kaide” , sonuçta Amerika’nın kaybedenlerindendir. Batı güçleri, hep kendi yapılandırdıkları unsurların kazananları olmuşlardır. Bunun esas adı; risk yaratarak o riskleri yeniden satın almaktır.

Kendilerini dünyanın sahibi ilan edenlerin en korktukları şey; günün birinde kaybeden konumuna düşerek yarattıkları kazanan ve güçlü olan algısının zaafa uğramasıdır. Onlar için de işte o noktadan geri dönmek ve eski konumu yakalamak oldukça zordur. Dolayısıyla onlar için gerekli olan, her geçen gün ilerde kendilerine karşı kaybedecek düşmanlar yaratılmasıdır. Onların amaçlarına hizmet etme noktasında dost veya düşman farkı yoktur. En yakın dost veya müttefiklerini bir anda düşman, en acımasız düşman ilan ettiklerini de en yakın dost ve müttefik sayabilirler. Günümüzün post modern Don Kişot’u  olan Rahmetli Teyo Pehlivanın felsefesinde de bu yapılanmayı görebiliriz. Onun imkânsızı mümkün kılan felsefesinde de, kendi kurguladığı hayal dünyasında bir problem yaratır ve sonunda Teyo pehlivana o problemi çözdürerek kendi konumunu güçlendirir veya kabul edilen gücünü devamlı korur.

Son dönemlerde ortaya çıkan IŞİD terör örgütüne de bu bakış açısıyla yaklaşılmalıdır. Bu coğrafyada Amerika; ortaya koyduğu tutum ve davranışlarıyla ötekileştirdiği İslâm dünyasını karalamak, olmadığı gibi kötü göstermek, kendi içerisinde birlik ve beraberlik ruhunu sabote etmek için sahte imajlarla yarattığı terörist kıyafetli temsilcilere her türlü teçhizat ve gösteriş desteği vermiştir. Zaten o bölgede bahsettiğim emperyal güçlerin onayı ve yine o güçlerin  belirledikleri zaman dilimleri çerçevesinde destekleri olmadan böyle bir yapının ortaya çıkması olası değildir. Bu yapıya yüklenen İslâm dünyasını kötü temsil rolü zemin bularak batı dünyasında geliştirilen İslâmofobi algısı yerleştirildikten sonra, ikinci perde açılmış ve artık yaratılan naylon düşman yok edilerek hiçbir durumda alt edilemeyen bir güç gösterisi yapılacaktır. Böylece İslâm dünyasında mızrağa yumruk çekilmez, Amerika’ya rağmen hiçbir şey olmaz, Amerika olmadan biz bir şey yapamayız tükenmişliği sendromu gelişmeye başlar. Şimdilik bu perde açılmış ve salon seyircilerle dolmaya başlamıştır. Hiç vakit geçirmeden kendi gerçeklerimizi resmeden milli oyunlarımızı yazmak ve kendi tiyatrolarımızda sahnelemek ve o seyirciyi oralardan almak zorundayız. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler güzel sözler deneme bonusu veren siteler