Darbe kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa ettirmeye veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi” , Kubbealtı Lügati’nde ise; “Bir ülkede iktidarı ele geçirmek için yapılan yasa dışı hareket, darbe-i hükûmet” şeklinde yer almaktadır. 1923 yılından günümüze kadar geçen Türkiye Cumhuriyeti ve Türk demokrasi süreci içerisinde toplam sekiz darbe veya darbe girişimi yaşanmıştır.
Yapılan darbelerin tamamı, ülkenin demokrasi kültür ve geleneğine vurulmuş birer prangalar olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Hangi cepheden gelirse gelsin, her darbe girişimi bir başka deyimle yapılandırılmış kontrollü/sistematik gözlem gibi kasıtlı ve istendik doğrultuda daha önceden risklerin yaratılması ve sonrasında da o risklerin tek tek satın alınmasıyla gerçekleşen toplum mühendisliği olaylardır. Bu toplum mühendisliği olayları olgu boyutlarıyla incelendiği zaman, içeride kullanılan taşeronlar açısından yapılan hesabı; sadece hep var olan ve onun sayesinde elde edilen devlet erkine bağlı göz konulan çıkar ve rant hesabıdır. Bunun bir diğer adı da; tüyü bitmemiş yetimin hakkına ve canına tecavüzdür. Bir darbe liderinin, “denge olsun diye bir sağdan ve bir soldan idam yaptık” sözleri durumun bozulan demokrasiyi yeniden tesis etme durumu olmadığı çok açıktır. Daha çok çocuklar aşık oyununu oynarken bazı şergadaların aşıkları çuruna ve guruna diktirip yaptıkları çur kaçırma olayına benzediği söylenebilir. Çünkü bozulan demokrasi dedikleri sistemi de bozanların yine kendileri olduğunu artık bilmeyen kalmamıştır.
Günümüzün küreselleşen dünyasında bu ve benzeri olaylar daha çok ekonomik ve siyasi alanlarda ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin birtakım ülkelereuygulanan ambargolar, ilerde üstlenilecek olan risklerin yaratılması hedefinin öncüleri durumundadır. Bu tür stratejiler hem daha düşük maliyetli ve hem de daha gerçekleşebilir hedeflere sahiptir. Arap Baharı adıyla piyasaya sürülen ve çeşitli renklerle tanımlanan isyan veya bazen ne olduğu da çok açık olmayan başkaldırılara karşı gerçekleştirilen darbelerden bu durum daha net bir şekilde okunabiliyor. Mısır örneği bunun kanıtıdır. Türkiye’ de sahnelenen Gezi olaylarına da bu çerçeveden bakılabilir. O olayların kimler tarafından ne şekilde köpürtülmeye çalışıldığı çok kısa sürede anlaşıldığı ve devlet yetkililerinin ve bazı siyasilerin oldukça engin ferasetleri sayesinde halkın doğru bilinçlendirilmesi sonucunda bastırıldığına şahit olunmuştur. Devletin ortaya koyduğu feraset ve maharetin kaynağında çok uzun bir tarihi geçmişe dayanan Türk Devlet Kültürü ve Geleneğidir. Daha doğrusu tarih bilinci ve tarih şuurudur.
Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, darbelerin aynı veya benzer kaynaklardan üretildiği, gerçekleşebilmeleri için mutlaka ikame edilmesi zaruri olan; siyasal, kültürel, sosyolojik, psikolojik, teknolojik ve ekonomik temelleri bulunur. Tüm darbeler yeri ve zamanı geldiğinde daha da olgunlaştırılarak sağlamlaştırılan bu temeller üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’ de gerçekleşen darbeleri sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde ve doğurduğu sonuçlar üzerine odaklaşılarak incelediğinde; sebepler dünyasının daha anlaşılır ve kolayca müdahale edilebilir olduğunun bilincine ulaşırız. Öyleyse darbeler tarihi incelenirken yöntemin de bu şekilde yapılandırılması gerekir.
Bu çalışma tarama modelli betimsel bir çalışmadır. Bu tür çalışmalar yapılırken, incelenen durumların bire bir gerçekleşen olay boyutu ve bu olaylardan yola çıkılarak ulaşılan genellemeler olan olgu boyutları üzerine yoğunlaşılır. Bu tür çalışmalar aynı şekilde tarihsel okumalar şeklinde gerçekleştirilen çalışmalar olarak ta değerlendirilebilirler. Bu çerçevede var olan bilgi, belge ve ortaya çıkan yeni sonuçların yaşanan olaya daha farklı bakış açılarından bakılmasını ve yeniden farklılaşan değişkenler kapsamında incelenip değerlendirilmesini gerektirir. İbni Haldun'un’ da vurguladıkları gibi, tarihsel araştırmaların bu yapısıyla deneysel araştırmalardan daha objektif ve tutarlı olduğu düşüncesinden hareketle, müspet bilimlerde geçmişin, günümüzün ve geleceğin mutlak ve değişmez doğrusunun olmadığı anlayışından hareketle, yaşanan darbelerin de bu paradigmalarla her seferinde yeniden ele alınarak analiz edilmesi ve bu çerçevede sentezlemelere gidilmesi gerekecektir.
Anahtar Kelimeler: Darbe, Askeri Darbe, Darbeler Tarihi, Türkiye’ deki Darbelerin Sosyolojisi.
GİRİŞ
Darbeler tarihi konusunda yapılacak analiz ve değerlendirmeler; her yeni gün farklı ton ve desenlerde ortaya çıkmaya devam eden koşullar ve durumlar bağlamında yapılmalıdır. Ancak bu şekilde yaşanan sürecin plânlanması aşamasında ustaca gizlenen yeni sonuçlar ortaya çıkmaya devam edecek ve çalıştırılması gereken karar mekanizmaları hatalı çalışıp kontrolleri kaybedilecektir.Tarihsel süreç içerisinde yaşanan bir darbe var ise ve bu darbeden sonra sanki otomatiğe bağlanmış gibi zaman, mekân ve siyasi erk bağımlı veya bunların hepsinden bağımsız ancak bu işin olmazsa olmazı olan bir yerlere bağımlı olarak ortaya çıkması, değerlendirmelerin vurgulamaya çalıştığımız derinlik ve boyutlarda yapılamamış olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.
27 Mayıs 1960 darbesi, 22 Şubat ayaklanması, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 süreci, 27 Nisan 2007 E-muhtırası ve 15 Temmuz 2016 darbe ve iç savaş çıkartma girişimi birbirinin devamı olarak birisi diğerini doğuracak koşulları yaratmıştır. Kısacası 27 Mayıs 1960 darbesinde söylenmek istenenler ve gerçekleşen eylemler, en son yaşadığımız 15 temmuz kalkışmasıyla yeniden şekillenerek kaderimize dönüşmesi için yola çıkılmıştır. O kader gerçekleşmiştir ancak tecelli eden ALLAH’ ın adaletiyle, onların mukadder kaderine dönüşmüştür.
27 Mayıs 1960 Darbesi
Bu darbenin Türkiye’ de çok partili siyasal yapıya geçiş koridorunda gerçekleşmesini şu ana kadar yapılan analizler ve değerlendirmelerden farklı bir yaklaşımla değerlendirmek istiyorum. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasından sonra gerçekleşen ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 darbesiyle çok partili sisteme geçişten sonra günümüzün devlete paralel PDY terör örgütünü çağrıştıracak şekilde yapılanarak devleti tamamen ele geçirmiş olan askeri vesayet sahiplerinin ilerde ortaya çıkacağından endişe ettikleri gelişmeler karşısında hakim oldukları askeri güce dayanarak tavır almalarına fırsat verecek yeni darbe ve eylemlere temel ve gerekçe oluşturulmuştur. Bu darbe sonucunda seçilmiş bir başbakanın ve iki bakanının idam edilmesi, halk nezdinde darbelerin yapılabilirliği ve bu istisnai durumun da mutlaka askeri kanattan gelebileceği algısı yerleştirilmiştir. İşin enteresan tarafı da, idam edilen başbakanın (Adnan Menderes) esasında darbeci vesayet tarafından yaratılan riskleri siyasi olarak satın alması sonucunda ortaya çıkmış olmasıdır. Çünkü Ezanın Türkçeleştirilmeye çalışılmış, hatta uygulamalar yapılmış, şeker pancarı ekimi konusunda konulan kotalar konularak riskler yaratılmış ve yine aynı şekilde Menderesin eliyle bu riskler satın alınmıştır. Bu doğrultuda Ezan yeniden aslına döndürülmüş ve şeker pancarı ekim kotaları kaldırılmıştır. Böylece daha derin nefes almasına fırsat verilen Türk Halkı Adnan Menderes etrafında toplanmıştır. Ancak bu toplanmanın arka plânında ideolojik, dini ve kültürel bir temel olmadığı için, Menderesi seçen çoğunluk, onu idam sehpasına çıkararak yaşamına son veren azınlığı bu eyleminden alıkoyamamıştır. Bu darbeyle ve daha sonrakilerle bir taşla daha çok kuş vurma hesapları hep tutulmuş ve en son 15 Temmuz akşamına kadar da başarılı olmuşlardır. Gerçekleştirilen her darbe daha sonra ve belki zaman, mekân ve siyasi erk bağımlı yeni bir darbeye fırsat yaratacak koşulları da hazırlamışlardır. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat parti iktidarını sürdürdüğü 10 yıllık süre içerisinde darbecilerin iddiaları olan güya hata veya yanlışların hemen hemen tamamını yine o çevrelerden aldığı enerjiye dayalı olarak ortaya koyduğunu anlamak gerekir. Çünkü askeri vesayetin zirve yaptığı o dönemlerde varsayılan bir siyasi erkin kendi başına sallamseyit işler yapması pek akılcı durmuyor.
Gerçekleştirilen bu darbe sonucunda idamına ferman verilen başbakan ve bakanlarının tek parti döneminin siyasi aktörü CHP içerisinden çıkartıldığı düşünüldüğünde, bunun sistematik bir süreç ve bu süreçte rol verilen aktörlerden de bahsetmek meseleyi daha anlaşılır hale getirecektir. Gerçekten de, sonuçta çok basit ve aleni bir şekilde idam edilen bir başbakan ve bakanlarını daha sudan bahanelerle, daha maliyetsiz ve kolayca ortadan kaldırabilirlerdi. Bu yapılmamış ve aksine önleri açılmıştır. Üstelik rahmetli Menderes döneminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti sanayileşme sürecini gerçekleştirmemiş, gelişen ve değişen bilgi teknolojileri çerçevesinde sürekli kendilerini doğuran sanayi hamleleri yapılmamış, toplumsal uzlaşı, birlik ve beraberlik adına kalıcı ve etkili adımlar atılamamıştır.
Çoğunluğun iktidarı olduğu sanılan Demokrat Parti iktidarında bir başbakan ve bakanlarının idam edilmesinin engellenememiş olması, bu iktidarın doğal olarak suni bir çoğunluğa dayandığını ortaya koyuyor. 15 Temmuz akşamı halkın çoğunluğunun ortaya koyduğu irade ve kahramanlıklardan gerçekçi çoğunluk iktidarının ne olduğu anlaşılmıştır. Çoğunluk iktidarı, çoğunluğun oyunu almakla ortaya çıkmaz, ancak o çoğunluğun iyi yönetilip yönlendirilmesiyle ortaya çıkar. Bu da, seçenle seçilenin birbirlerini tamamlama adına bütünleşmesi demektir. Bu öyle bir bütün olmalıdır ki, aradan su sızmamalıdır. “Yeter Söz Milletin” sloganıyla sözün millette olduğu iddia edilemez. Nitekim bu darbe, bu durumu tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Çoğunluk azınlığın elindeki paçasını kurtaramamış ve sonuçta paçasını kurtarsa da elden giden başı olmuştur. Giden başla beraber bir sonraki darbeye kadar elde edilebilecek demokrasi kültürü ve kazanımları da uçup gitmiştir.
27 Mayıs 1960 darbesinin tüm mağdurlarına Allah’ tan rahmet diliyoruz. Bu darbe olayında başbakan ve bakanlarının idam edilmemesi için olağanüstü çaba gösteren o dönemin bazı subaylarının daha sonra yaşadıkları mağduriyetler atlanarak çeşitli manipülatif söylemlere konu olmaları da muhtemelen darbe organizatörlerinin başka bir kazanımı olsa gerekir. Çünkü bu darbeyi plânlayan ve ortaya koyanların darbe sonrası kazanımlarını eksiksiz ve daha kolay elde edebilmelerinin yolu darbe sonrası uyanacak milli ve yerli güçlerin en basitinden kuvveti maneviyelerinin kırılması, özgüvenlerinin zayıflatılması, devlet – millet kaynaşmasının engellenmesi engellenmesi ve hatta mümkünse burunları yerlere sürtülüp tabutluklara konulması gerekir. Bunlar yetmezse, darbenin sorumluluğunun da bir türlü bu kesimlere yüklenmesi şeklinde senaryolarda sahneye konulabilir. Bir ülke halkını bölüp kamplaştırıp ayrılıkçı güçlere ve hain terör örgütlerine özgüven aşılayarak vatana ve millete ihanet edebilme cesaretine ulaştıran kripto fesatların yerli ve milli güçlere düşmanlıkları en son 15 Temmuzda tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıştır. 15 Temmuz akşamına kadar devlete paralel güç elde ederek her türlü pislik ve haçlı uşaklığını mubah sayan ve ellerinden geldikçe devletini ve milletini meccanen seven bu güçleri tüm kamu bürokrasisinden uzaklaştırmayı ihanetlerinin ana teması haline getirmeye yemin edenlerin o gece foyaları ve boyaları yüzlerinden ve gözlerinden akmaya başlamıştır. Devlete ve birbirlerine paralel ve esasında din, tarih ve milli değerler düşmanı bu kronik sömürücülerin teneşir tabut hesabı yapmalarına bakarak aldanılmamalıdır. Çünkü kriptoların kriptoculuk eylem ve söylemlerinin arka plânını oluşturan teneşir ve tabutlarının da kripto ve gizem dolu olması gerekir. Ancak her şeye rağmen kim kimin nerede ve kimlerle yan yana olduğu çok iyi bilinmektedir.
Allah’ın adaletinin hem de fiili ve aleni olarak 15 Temmuzda gerçekleştiği görülmektedir. O gece ülkeyi haçlılara peşkeş çekmeye çalışıp ihanet kalkışmasına girenlerin konulan adıyla paralel ve bana göre paralelin de paraleli olan yapılar ve bu kalkışmayı bertaraf ederek vatanı ve milleti uçurumun başından alanların da yerli ve işte o milli güçler olduğu ortadadır. Ancak aşağı yukarı gerçekleşen her darbe olayında olduğu gibi kripto organizatörlerin beklentilerine göre beslenmeleri gerekenler onlar, yine onların hesaplarına göre kaybedenler de milli ve yerli güçler olmalıydı.
www.ensonhaber.com/darbe-nedir.html
22 Şubat Ayaklanması
Darbe işini adeta askeri bir gelenek haline getiren birtakım artık subaylar, bir önceki darbe ile gerçekleştiremedikleri hedeflerine ulaşmak için yeni bir darbeyi dillendirmeye başladılar. Yapılan 1961 yılı seçimlerinde Demokrat Partinin devamı olan Adalet Partisi en fazla oyu almış, sağ partilerde mecliste çoğunluğu elde edince cuntacı subayların öfkeleri kabarmış ve milletin tercihlerine tahammül edemez bir hal durumu olan ekâbirlikler sergilemeye başlamışlardır.
www.ensonhaber.com/darbe-nedir.html
1960 darbesiyle beraber darbeciler kendi içlerinde de birlik olamamış ve gruplaşmaya giderek akşam farklı sabah farklı eylem ve söylemler geliştirmişlerdir. Bu bağlamda Harp Okulu Komutanı, Albay Talat Aydemir askeri öğrencileri de yanına alıp yeni bir ayaklanma başlatmış anca beklediği desteği görememiştir. Bu kalkışma da bir ayaklanma olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Resimdeki bakışların çok şeyler ifade ettiği söylenebilir.
12 Mart Muhtırası
1969 yılında yapılan genel seçimlerde seçmen çoğunluğunun oylarıyla iktidara gelen Süleyman DEMİREL döneminde özellikle yabancı istihbarat örgütlerinin örtülü kışkırtmalarına bağlı olarak gerçekleşen sokak hareketleri ön plândaydı ve daha fazla kaotik durum yaratılmaya çalışılıyordu. Sağ – Sol hareketlerinin fitili bu dönemlerde ateşleniyordu. O dönemlerde sayın rahmetli Süleyman DEMİREL; “sokaklar yürümekle aşınmaz” dediyse de, maalesef o sokaklar yüründü ve doğal olarak aşındı da!..Ancak aşınmayan bir şey vardı ve o da toplumsal ayrışma ve kutuplaşmalar, vatana ihanet ve Türk Milletine ezeli düşmanlıklar idi. Bu dönemin yaratılan kaotik ortamını fırsat bilen birtakım kripto çevrelerin yönlendirmeleriyle askeri otorite hükümeti devirerek yönetime el koyma düşüncesini eyleme dönüştürmeye çalışıyordu. Bundan dolayı her zaman birbirinin sebebi ve sonucu olduğu gibi ve belirlenen zaman aralıklarında sahneye konularak rutin hale gelen darbeler tarihi çerçevesinde dönemin adlarını anmak istemediğim komutanlar tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY’ a bir muhtıra verildi ve yaratılan risklerin satın alınması şeklinde de açıklanabileceği gibi seçilmiş hükümetin istifası istendi. Süleyman DEMİREL başkanlığındaki hükümet kuzu kuzu gibi istifasını verdi. İşte bu noktada sorgusuz sualsiz istifa edilmesinin arka plânının da mutlaka masaya yatırılması gereği ortadadır. Çünkü darbe yapanlar kadar bu darbeye sanki sürecin bir parçası gibi boyun eğmenin ve yaratılan risklerin gerçekliğini kanıtlar bir şekilde rol üstlenmenin gerçek gerekçelerinin açıklanması gerekir. 15 Temmuz hariç diğer darbelerin bu manada arka plânı tam olarak açıklanmadığı için hep diğerleri peşpeşe gelmiştir.
www.ensonhaber.com/darbe-nedir.html
Dönemin Başbakanı Süleyman DEMİREL daha sonraları kendilerinin ifadeleriyle şapkamı alıp gittim diyerek sanki o makama gelirken veya getirilirken içerimde böyle bir durumda hemen pılını pırtını alıp gitme sözü vermiş gibi bir his var. Anlaşılan odur ki; kendileri sırf bu maksatla hazırlanmışlardır!.. Her ne kadar darbeciler, bozulan demokrasiyi yeniden tesis etmek için bu yola başvurduklarını söyleseler de, bugün dahi kendilerince her başarılı darbe sonrası için geriye dönük olarak bakıldığında onların dedikleri gibi demokrasi ihya edilmemiştir. Sadece kurumsallaşması beklenen demokrasi geleneği ve kültürü kuruluşlaşmış ve yine onların deyimleriyle tesisleşmiştir. Türkiye’ de tesisleşen demokrasi gelenek ve kültüründen günümüzün Ortadoğu Coğrafyasına yeni ve değişik tonlarda darbe modelleri geliştirilmiştir. Ana Muhalefet Partisinden istifa ettirilerek kurdurulan Nihat ERİM hükümeti darbe sonrası için darbecilerin talep ve beklentilerini yerine getirmek için yapılması gerekenleri yapmış ve o dönem için daha otoriter sayılacak bir anayasa yapmış olmak için mevcut anayasayı önemli oranda değiştirmiştir. Görüldüğü gibi her darbe kendi gerekçelerini yaratmış ve yaratılan bu sentetik gerekçelere dayanılarak ta ülke yönetimine el konulmuştur. Her konulan elin avuç içleri alabildiğince doldurulmuş, yapılan askeri, teknolojik, ekonomik ve daha birçok alanı ilgilendiren ihalelerde dolu eller daha fazla çalışmaya başlamıştır!.. Alan kendileri olduğu için, daha sonrasını da garanti altına almak için verenlerde kendileri olmuştur. Verilenler 5-10 yıl sonra tekrar geri alınacağı için oldukça cömert davranılmıştır. Muhtemelen onlar açısından demokrasi ve demokratik yönetim yanlış anlaşılmış olacak ki, devleti seçilmiş iktidarlar değil, seçilmemiş muhalefet ve askeri vesayet yönetmiştir.
Her seferinde yeniden şekillendirilen tuzaklarda örülen ihanet ağları ile aziz milletimiz darbelerin olay boyutuyla meşgul edilmiş ve zamana yayılan olgu boyutu ise, darbelerin arka plânında kalan organizatörlerin ilgi alanlarını oluşturmuştur. Dolayısıyla bu isyanlar engellenememiştir. Engellenemeyen her darbe adeta kuluçkaya yatmış ve yaklaşık on yıl sonra da kendini güncellemiştir. Bu dirik süreç 15. Temmuz kalkışmasına kadar devam etmiştir. Bu gece her ne kadar karanlık olsa da, daha önceki darbelerin de arka plânlarını aydınlatmaya yetmiştir.
12 Eylül 1980 Darbesi
12 Mart 1971 muhtırasının kuluçka dönemi sonrasında 12 Eylül 1980 darbesi doğmuştur.Kuluçka döneminde tuhğsa(civciv çıkarmak için yumurtaların üzerine) yatırılmış olan 12 Mart muhtırasının başarılı bir kuluçka dönemi geçirebilmesi ve sonuçta sağlıklı yavruların dünyaya gelmesi için proteini ve enerjisi yüksek ve maliyeti daha az olan can sularına ve gıdaya ihtiyaç vardır. Tanımlanmaya çalışılan gıda; sağ-sol diye ayrıştırılan gençlerin birbirlerine kurşun sıkmaları, canlarına kast etmeleri gibi bir pozisyon kazandırılmaları veya bu algıyı yaratacak cinayetlerin aynı karanlık eller tarafından işlenmiş olmasıdır. Gerçekten de aynı silahın sabah bir sağcıyı ve öğleden sonra da bir solcuyu vurmuş olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır. İster sağcı ister solcu olsun her iki taraftan seçilerek öldürülen gençlerin çoğunun bu ülkenin geleceğinde çok önemli roller üstlenme potansiyelleri olan vatan, millet ve hatta insanlık duyarlılıkları yüksek gençler olduğu unutulmamalıdır. Bu dönemde ortalığı kızıştıranlar arasında kendi örtülü ve gizli gündemlerinden ve 15 Temmuzda fark edilen kripto yapılarından dolayı farklı boyutlarda rol üstlenip geliştirdikleri eylem ve söylemlerle nihai hedef olarak Türk Milletini tarih sahnesinden silme çabası içerisinde olanların da olduğu anlaşılmıştır. Cinayetlerin çoğu o dönemin en gelişmiş, puanı oldukça yüksek üniversitelerinde öğrenim gören genler içerisinden seçilen öğrencilere yöneltilmiştir. Esasında bu bir tesadüf değildir. Bu süreç en başından sonuna kadar bu millete oynanan tüm oyunlar ve darbeler tarihi olarak çok iyi analiz edildiği zaman, ana temanın bu milletin gençlerinin ve altın nesillerinin her ne pahasına ve adına olursa olsun heba edilmesi olduğu unutulmamalıdır. Milletleri zilletten kurtaracak olan deha sahibi lider adayı çocukların her toplumda %5 oranında olduğu var sayılmaktadır. Bu gençlerin korunmasının ve yetiştirilmesinin artık ülkelerin sınırlarının korunması kadar önemli olduğu fark edilmiştir. Başsız ve bu manada lidersiz kalan bir sürünün dağılması kaçınılmazdır.
1 Mayıs 1977 tarihinde kanlı bir Mayıs yaşanmış ve 33 kişi yaşamını yitirmiştir. 16 Mart 1978’ de İstanbul Üniversitesinde öğrenciler üzerine bomba atılmış ve 7 öğrenci hayatını kaybetmiş 47 kişi yaralanmıştır. 2 Haziran 1978 günü Türk Milletine ve Türk Devletine karşı kurulmuş olan Ermeni terör örgütü ASALA düzenlediği saldırı sonucunda Türkiye’nin Madrid büyükelçisi Zeki KUNERALP’ in makam aracı hedef alınmış ve eşi Necla KUNERALP, emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU ve aracın şoförü hayatlarını kaybettiler. Büyükelçinin araçta olmaması hayatını kurtarmıştır. Bu cani terör örgütü daha sonra 42 Türk diplomatı şehit etmiştir. 27 Kasım 1978 tarihinde bebek katili Abdullah ÖCALAN terör örgütü PKK’ yı kurdu. 19 Aralık 1978 günü Kahraman Maraş’ta kurgulanarak yaşanan Alevi Sünni çatışmalarında 100’ den fazla kişi yaşamını yitirdi. 1 Şubat 1979’ da gazeteci Abdi İPEKÇİ öldürüldü. 13 Mayıs 1979 günü TÜSİAD gazetelere ilan vererek Bülent ECEVİT hükümetinin istifasını istedi.
www.ensonhaber.com/darbe-nedir.html
istedi. TÜSİAD bilindiği gibi bir sanayi kuruluşudur. Elbette ki bir ülkede yaşayan herkes o ülkenin beka meselesi olduğunda veya normal zamanlarda geleceği ile ilgili kaygılara işaret eden açıklamalar yapabilir. Ancak eğer bu açıklamalar bugün anlaşılmakta olduğu gibi, olası sorunları çözme odaklı değilse, hatta maalesef yaratılan risklerin satın alınması şeklinde ortaya konularak silahlı vesayet güçlerine verilen rollerin icra edilmesi sonucunda hiçbir sorun çözülememişse, aksine bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti olarak yüzleşmek zorunda kalınan temel ve devletin beka meselesi olan sorunlara kaynaklık etmişse burada bir bit yeniğinin olması kaçınılmazdır. Böyle bir yaklaşımın ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın, yemeye çalıştığı ve genelde de yediği bit ve pirelere yeniden bakılarak örülmeye çalışılmış olan çirkef ağlarının desenleri ortaya konulabilir. Bu kuruluş aynı şekilde zaman zaman İmam Hatip Liseleri hakkında da beyanatlarda bulunmuştur. Bu beyanatlar çerçevesinde bu okullardan mezun olan pırıl pırıl gençlerin önü kesilmiş ve devlet ve milletin bekası adına çok acıtıcı tutum ve davranışlar sergilenmiştir. Bu davranışların tamamı zulüm olarak tanımlansa bile hafif kalmaktadır. Bir sanayicinin veya başka türlü bir ürün imal eden bir sanayicinin ürettiği ürünü pazarlarken müşterilerinin dinini imanını sorduğuna henüz şahit olunmamıştır. Paranın dini, imanı olmazda, birtakım insanların dinlerinin ve imanlarının para olması muhtemeldir.
Ancak bilinmektedir ki, bu kuruluşun önünü kestirmek istediği İmam Hatip Lisesi mezunlarının çok dindar olmalarının veya olmamaları umurlarında bile değildir. Hatta daha farklı bir bakış açısıyla, bu okul mezunlarının yaşam felsefeleri gereği bu kuruluş mensuplarınca üretilen sanayi ürünlerine daha fazla talepleri olacaktır ve öyledir de. İmam Hatip mezunu kızların üniversiteye de devam ederek mezun olmaları sonrasında bir meslek sahibi olarak evlenip ev hanımı olmaları durumunda örneğin buz dolabına, çamaşır makinasına ve diğerlerine daha fazla ihtiyaçları olacaktır. Başka bir deyişle bu insanların doğal olarak inanç ve değerlerine sahip birer kişilik geliştirme durumları söz konusu ise, o zaman bu gençlere devletin ve milletin geleceğinin altına dinamit koymaları ve sanayi ürünü odaklı kamu mallarına zarar vermeleri diye bir kaygı mümkün olmayacaktır. İşte tam da bu noktada: Peki maksat ne olabilir? Sorusunun sorulması zorunluluktur. Bu sorunun cevabı diğer meslek liselerinin de aynı şekilde önlerinin kesilmiş olması gerçekliği içerisinde bulunacaktır. Zaten TÜSİAD’ ı ilgilendiren nokta da buradadır. Çok basit bir mantıkla yola çıkıldığı zaman, diğer tüm meslek liselerinden mezun olacak gençler eğer çok kaliteli ve üst düzeyde ilgili üniversite eğitimi alırlarsa, o ülkenin geleceğinde birer sanayici olmaları en olası bir gerçekliktir. İşte o gençlerin kendilerine rakip olmaları veya edilmelerinin önü kesilmiştir. Çünkü bu kumpası bozabilecek çok istisnai birtakım atılımlar yapan gençlerin nasıl kıskaca alındığı, ürettiği bir buzdolabı ile onların müşteriye yansıttıkları fiyatın en az yarısına ve kalite itibariyle de onlarınkinin çok üstünde olan ürünü imal ettiği iş yeri maalesef başına geçirilmiştir. Yer Konya’dır ve merak edenler bu konuyu araştırabilirler.
11 Haziran 1979’da IMF’ nin dayatmalarıyla Türk Lirasında devalüasyon yapıldı. 19 Kasım1979, Milliyetçi gazeteci–yazar eski millet vekili İlhan Egemen DARENDELİOĞLU’ nun bir suikasta kurban gittiği gündür. Adeta bir zincirin halkaları gibi birbirini takip eden bu olaylar sonucunda 27 Aralık 1979 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri, dönemin Cumhurbaşkanına bir uyarı mektubu verdi. Bu mektupta doğal olarak ülkede yaşanan iç karışıklıklar ile ilgili rahatsızlıkların dile getirilmiş olduğu görülmektedir. Bir ülkede güvenlik ve asayişle ilişkili olayları yine o ülkenin asayiş ve güvenlik kuvvetlerinin rahatsızlık olarak dile getirmesinin çok şaşırtıcı olması gerekir. Çünkü bu olayları önlemesi gerekenler yine kendileridir. Tavşana kaç ve tazıya tut yaklaşımının iyi niyetli bir yaklaşım olması imkân ve akıl dışıdır. Daha sonra, 24 Ocak 1980 tarihinde 24 Ocak kararları alınmış ve birtakım kısıtlamalara gidilmiştir.
Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK’ ün görev süreleri 6 Nisan 1980 yılında dolmasına rağmen ne hikmetse TBMM yasal prosedür gereği yeni cumhurbaşkanını bir türlü seçemiyordu. 27 Mayıs 1980 tarihi hainlerin tetiğe basarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çok başarılı hizmetlere imza atmış bir vatan evladı bakanını şehit ettikleri bir tarihtir. Merhum Gün SAZAK bu şehidin adıdır. Vatan, Millet, Bayrak, Din, Namus uğruna şehadet şerbetini içen tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.
17 Haziran 1980’de o zamanın genel Kurmay Başkanı; Kenan EVREN, diğer kuvvet komutanlarıyla beraber Genelkurmay 2. başkanı, Necdet ÖZTORUN’ a, “Bayrak Harekâtı” adıyla düşünülen askeri darbenin 11 Temmuz 1980 tarihinde sahneye konulması emrini verdi. Ancak bu darbe, 2 Temmuz 1980 tarihinde kurulan Süleyman DEMİREL hükümetiyle muhtemelen daha sonraya ertelenmiş oldu.
Tabiri caiz ise, ortalıkta serseri mayınlar dolaşıyordu. Anlaşılan odur ki, kurşunların hedefinin kim veya kimler olduğu önemli değildi. Çünkü artık kurşun adres sormuyordu. Eski Başbakanlardan olan Nihat ERİM 19 Temmuz 1980’ de İstanbul Dragos’ ta bir suikast sonucu şehit edildi. 12 Mart muhtırası döneminde ana muhalefet partisinde millet vekili olan Nihat ERİM’ in partisinden istifa ettirerek yeni vesayet hükümetini her kim kurdurduysa, bu suikast olayını tertip edip uygulayanlarında aynı merkezler ve o merkezlerin taşeronları olduğunu anlıyoruz. Çünkü böylesi darbe dönemlerinde gerçekte mutlaka gerekçeleri olan ve bizce durup dururken kendilerine görev verilenlerin bu görevin nasıl, neden ve kimler tarafından verilmiş olduğunu çok net bir şekilde bilmeleri gerekir. Ancak bu bilginin gelecekteki benzer kalkışmaları güvence altına almak için ihtimalde olsa ifşa edilmemesi, açıklanmaması gerekir. Bu tedbiri almanın en kestirme yolunun da bu kişilerin konuşmadan ortadan kaldırılmaları olduğunun bilinmesi gerekir. Ancak yaratılmaya çalışılan algı öyle değildir. Güya bu şahsiyetlere suikast düzenleyenlerin darbe dönemlerinde örselenen birtakım terör örgütleri olduğu gibi bir imaj yaratılmıştır. Bilinmesi gereken şudur ki, bu sentetik terör örgütlerinin taşeron örgütler olduğu ve mutlaka birilerinin talimatıyla iş yaparlar. Dolayısıyla bu tür eylemlerin bu örgütlere işletilmesi esas gerekçelerin örtbas edilebilmesi için en kestirme yoldur.
Aslında bu ve benzeri tüm terör örgütleri, kendilerini yedirip içire, saklayıp kollayan ağa babalarının infaz timleridir. Daha arka plânda duran ağababaların yoluna engel teşkil edebilecek herkes bu infaz timlerinin hedefidir. Hem sağı gösterip sola ve hem de solu gösterip sağa vurmuşlardır. Özellikle 12 Eylül darbesine giden süreçte adeta cımbızla seçilerek öldürülen gençlerin sağcı veya solcu olmaları onlar açısından çok önemli değildir. Onlar açısından önemli olanın, bu gençlerin ilerde o ülkeye sağlayacakları çok önemli katkıları ve hizmetleri olduğu unutulmamalıdır. Cinayetlere kurban giden öğrencilerin çoğunluğunun o dönemin daha yüksek puanla gidilebilen üniversiteleri olan; Ortadoğu, Hacettepe, Boğaziçi, Cerrahpaşa gibi daha ileri düzeyde olan üniversite öğrencileri olması da bu tezi destekliyor ve bu konu üzerinde de ayrıntılı olarak durulmalıdır.
“Bayrak” harekâtı ile ilgili gizli talimatlar özel kuryelerle kuvvet komutanlarına gönderildi. 5 Eylül 1980 tarihinden itibaren tüm birliklerin askeri darbe için hazır olmaları istenmişti. Nihayet 12 Eylül 1980 günü Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan EVREN yönetiminde Milli güvenlik Konseyi darbe yaptı. Bu darbenin gerekçeleri de daha öncekilerde olduğu gibi daha önceden hazırlanmış ve sonuç alınmış idi. Darbenin yapıldığı gün Marmara Denizinde oldukça yoğun bir şekilde konuşlanmış NATO birlikleri vardı. Bende karargâh subayı olduğum için, daha önceden bilgilendirilerek NATO subaylarına tercümanlık yapmam istendi. Ancak Garnizon Komutanı tarafından verilen kesin talimat şöyleydi: “NATO personeliyle konuşurken asla kendi düşüncen olan konulara girmeyeceksin. Demen gerekenleri derken de her cümle başında; ‘My commandsid….’ giriş cümlesini kullanacaksın.” Bu talimatın tarafımdan yerine getirilerek sürdürülmesi mizacıma uygun olmadığı için bu görevi yapamayacağımı bildirerek, başka bir subay arkadaşın görevlendirilmesini sağladım.
12 Eylül askeri darbesini çok daha açık bir şekilde anlayabilmek için, darbe sonrasında gerçekleştirilen uygulamaların ayrıntılı olarak analiz edilmesi gerekir. Resmi rakamlara göre; bu darbe ile; 650 bin kişi tutuklandı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi ve 50 kişinin idamı cezası infaz edildi. 98 bin 404 kişi örgüt üyeliği ile ilgili olarak yargılandı. 30 bin kişi sakıncalı bulunduğu için işten atıldı. Bu arada çeşitli sebeplerden dolayı vatandaşlıktan çıkartılanlar, yut dışına kaçanlar ve gözaltında yaşamını yitirenlerle beraber daha sonraki dönemlerin kritik sorunlarına malzeme olabilecek kripto uygulamaların da olduğunu şimdilerde anlamak mümkündür (www.ensonhaber.com/darbe-nedir.html).
Yaşları cezai bir ehliyete uygun olmadığı için büyütülerek idam edilen gençlerin sağcı veya solcu olmalarının veya öyle tanımlanmalarının kripto faaliyetleri yeteri kadar maskelemiştir. Çünkü bu senaryoda bir taraf olarak lanse edilen ve sağcı diye tanımlanan Ülkücü gençlerin vatan ve millet duyarlılıklarının günümüzde yaşanan birçok örnekten de anlaşılacağı gibi tartışılamaz. Diğer yandan solcu, ulusalcı ve devrimci olarak tanımlanan çoğu gencinde vatan ve devlet konularında duyarlı ve hassas oldukları söylenmelidir. Bazı aşırı sol örgüt mensupları için bu yargı tanımlayıcı olmayabilir. O taşeron örgütlerin günümüzde de aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil Türk Milleti ile sorun yaşadıkları anlaşılmaktadır. Devlet ve millet olarak yürütülen sınır ötesi Afrin harekâtı ile ilişkili olarak hain terör örgütlerine nefes aldırmaya ve can suları vermeye çabalayarak ülke bekası için cansiperane savaşan ve destanlar yazan askerimizin moralini bozmaya yönelik eylem ve söylemlere rastlanıyor. Bu tür kiralanmış ve bedelleri bir türlü ödenerek sahiplenilmiş kripto yapılar geçmişte olduğu gibi şimdi de var ve şüphe olmasın ki gelecekte de olacaktır.
Eski bir millet vekilinincanını cananına tercih ederekAfrinoperasyonuna katılan askerlerimizin ve onlara eşlik eden gençlerin bozkurt işareti yapmalarının İslâm inancına ters olduğu şeklindeki iddialarına sayın Dr. Devlet BAHÇELİ tarafından verilen cevap o karanlık beyinli, haçını koynunda saklasa da, bu tür beyanatlarla dışarıya kustuğu Türk Milleti düşmanlığının tezahürüdür. Bu aziz millet bu tür aidiyetleri azıcık bir eşelemeyle anlaşılacak olan tapınak şövalyelerinin ipliklerini pazara çıkarmaya hazırlanıyor. Vatan için, Bayrak için, Ezan için, Devlet için, Millet için, Ar ve Namus için can pahasına güle oynaya savaşmak Yürek ister. İman ister. Bu Yahudi ve Haçlı zihniyetlerin büyük Türk Milletiyle bir bağlarının olmaması övünülecek bir gerçekliktir.
28 Şubat Süreci
Dönemin seçilmiş hükümetini yine kendisini doğuran askeri vesayete dayalı olarak iktidardan uzaklaştırmakla sonuçlanan kalkışma olarak tanımlamak mümkündür. 27 Mart 1995’te Refah Partisi oy oranını %19,14’e çıkarmış ve 15 büyükşehir belediye başkanlığının 5 tanesini kazanmıştı. Bu belediyeler arasında İstanbul ve Ankara’ da bulunuyordu. 27 Aralıkta yapılan genel seçimlerde de Refah Partisi %21,37 oy alarak ilk defa hükümeti kurma çoğunluğunu elde etmiştir. Ancak askeri vesayeti kullanan ve kontrol edenler bu durumdan hoşnut olmamışlardı. Her ne kadar hükümeti kurma görevini Necmettin ERBAKAN almış olsa da aradığı desteği bulamadı. Aynı şekilde hükümeti kurma görevi verilen Tansu ÇİLLER’ de başarılı olamadı. Daha sonra hükümeti kurma görevini alan Mesut YILMAZ hükümeti kurdu. Onun hükümeti de sadece 3 ay görev yapabildi. 28 Haziran 1996 tarihinde yeniden hükümeti kurma görevi verilen Necmettin ERBAKAN, Tansu ÇİLLER’ le Refah Yol Hükümetini kurdu. Kurulan hükümet 8 Temmuz 1996’ da güven oyunu aldı.
www.ensonhaber.com/darbe-nedir.html
Tam da bu noktada askerlerin kurulan bu hükümete karşı büyük bir direnç geliştirmeye çalıştığı anlaşılmıştır. O dönemde kurulan ve başına da Genelkurmay 2. Başkanı, Çevik BİR’ in getirildiği Bat Çalışma Grubu kuruldu. Bu kurum kripto ve psikolojik bir süreci yönetiyordu ve görev alanı olarak ta, kendi kalıplarına uymayanların fişlenmeleri işini seçmişlerdi. Askeri vesayeti yöneten tüm komuta kademesi, 26 Ocak 1997’ de Gölcük Donanma Komutanlığında 3 gün süren bir kapalı toplantı yaptılar. Bu toplantıda hangi konuların masaya yatırıldığı ve ne tonda konuşulduğu ile ilgili farklı değerlendirmeler olduğu söyleniyor. Dolayısıyla bu konuya açıklık getirilmesi en doğrusu olacaktır. Burada konuşulanların Peygamber Ocağı olan Türk Silahlı kuvvetlerinin tamamını yansıtmayacağı bilinmelidir. Bu gün Afrin terör operasyonuna; “ölürsem şehit kalırsam gazi” anlayışıyla güle oynaya; “kızıl elmaya hey kızıl elmaya” diyerek giden koç yiğitlerimizin tutum ve davranışları ortaya koyuyor. 4 Şubat 1997’ de 28 Şubat tehdit ve kalkışmasının ayak sesleri tankların paletlerinin Ankara caddelerini kazımasıyla veriliyordu. O dönemin Genel Kurmay 2. Başkanı; Çevik BİR; “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyerek ayakkabı, tank paleti bağlamında araçların taşıyıcı sistemlerini çağrıştıran bir algı operasyonu yapıyordu. 28 Şubat 1997’ de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) “irtica” konu başlığı gündemiyle toplandı ve bu toplantıda alınan kararlar arasında; 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi, tüm Kuran Kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmesi, tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması de bulunuyordu. Bu kararla İmam Hatip Liselerinin Orta kısmı kapanıyordu. Ancak bu arada gö<den kaçırılan bir nokta vardı. O’ da İmam Hatip Ortaokullarıyla beraber aynı şekilde diğer meslek liseleri ile ilgili de benzer sorunlar vardı ve bu liseler hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Daha öncede belirtildiği gibi bu nokta çok iyi analiz edilmelidir.
ERBAKAN başlangıçta MGK’ da alınan kararları imzalamadıysa da daha sonra destek bulamadığı gerekçesiyle imzaladı. Eğer sayın ERBAKAN o kararların altına imza atmama iradesini ortaya koymuş olsa idi herhalde 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi dananın kuyruğu o zaman kopacaktı. Bilinmelidir ki, haksızlar, adil olmayanlar, Hakka tutunarak ayağa kalkmayanlar ödlek ve korkak olur. TBMM başkanı Mustafa KALEMLİ o kararların mecliste reddedilmesi gibi bir ihtimale karşı, “bu kararlara meclisi karıştırmam” diyerek alınan kararlardan yana bir tutum izlemiştir. Dikkat edilecek olursa sanki devlet kademelerinde birbirini tamamlayan kronik bir vesayet yapısı göze çarpıyor. Bu işleri plânlayanlar da bu yapıları bilerek bu işlere kalkışmışlardır. Bilerek veya bilmeyerek Türk Milletine ve onun devletine tuzak kuranların yüreği ve cesareti olamaz. Çünkü yürek ve cesaret Haktan ve adaletten yana olursa bir anlam kazanır. Aksi halde yapacakları her işte ihanet ve uşaklık çemberinden kurtaramazlar. Hak ve hakikatlerle birlikte olanların korku ve ürküyle ilişkileri olmaz. Ölünecekse ölünür ve kalınacaksa kalınır. Bu düşünceyle ölenlerde kalanlarda gerçek olarak kârda olanlardır. Aslında zaman ve mekân bağımsız olarak kaybedenler diğerleridir.
21 Mayıs 1997’ de dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural SAVAŞ, Refah Partisine kapatma davası açtı. 16 Ocak 1998’ de bu dava sonucunda Refah Partisi kapatıldı ve Necmettin ERBAKAN 5 yıl siyasetle uğraşmama cezası aldı. Artık brifingdizileri başlatılmıştı.12 Eylül darbesi öncesinde karargâh subayı olarak katıldığım bir brifingde, bir teğmenin yaptığı bilgilendirme sunumunda inandığım değerlere aleni hakarete varan ithamlar karşısında, belimde jarjörü dolu olan tabancamı yanımdaki arkadaşıma belimden almasını istedim. Çünkü gayrı ihtiyari bir tepki vermemden korkmuştum. 16 Ocak 1998 sonrası tüm yazılı ve görsel medyada yaygın bir algı operasyonu yürütülüyordu. Sonuçta Necmettin ERBAKAN Başbakanlıktan istifa ettirildi/etti. Mesut YILMAZ hükümeti kurulduysa da askeri vesayetin baskısı devam ediyordu. Meşhur 28 Şubat sürecinde bir grup askerin muhafazakâr kesimle ilgili fişleme çalışmaları yoğunlaştırılmıştı. Muhafazakâr sayılabilecek birçok askerin Türk Silahlı Kuvvetleriyle olan ilişkileri kesilmişti. İslâm inanç sistemini karalamak için de bazı girişimler sahneleniyordu. Ali KALKANCI’ lar Müslim GÜNDÜZ’ler canlı örneklerdir.
Bu yapılanların Türk Milletine ve inançlı mütedeyyin insanlara ve hatta gerçek devrimcilere bir yararı olmamıştır. Bu süreçlerden beslenen ve nemalanarak 15 Temmuz akşamı kursaklarına biriktirdikleri kin, nefret ve ihaneti kusan kripto FETÖ Paralel terör örgütüne yaramıştı. Çünkü terör örgütü elebaşı; Refah Yol Hükümetine; “beceremediniz bırakın” , asker içinse; “en azında daha demokratlar” gibi sözler sarf etmişti. Aynı zamanda bu örgüt mensupları fişleme uygulamalarından etkilenmemişlerdi.
27 Nisan E Muhtırası
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER görev süresini tamamlamak üzereydi ve bir sonraki Cumhurbaşkanı için seçim süreci ve çalışmaları başlamıştı. Baskı ve yarattığı korku kültürü devam eden askeri vesayet, seçilecek cumhurbaşkanının kodlarını veriyordu. Sözde değil özde bir Cumhurbaşkanı istiyordu. Sözde değil, özde bir Cumhurbaşkanının nasıl olduğunu da sadece kendileri biliyordu. Ak Parti Cumhurbaşkanlığı için Abdullah GÜL’ ü aday gösterdi. Ancak beklenmeyen bir gelişme yaşanmaya başlandı. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih KANATOĞLU, Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılabilmesi için mecliste 367 vekilin bulunması gerektiğini ortaya attı. Böylece yeni bir krizin fitili ateşlenmişti.
CHP sanki şeyinde boncuk bulmuş gibi bu fikri hemen sahiplendi. Milliyetçi Hareket Partisi ise tam aksine, meclise geleceklerini anca seçimde ret oyu kullanacaklarını açıkladı. Bu durumda kilit konuma gelen Anavatan ve Doğruyol Partileri meclise girmeme kararı aldılar. Abdullah GÜL, 27 Nisan günü yapılan ilk tur oylamada 361 oy aldı ve CHP Mecliste 367 kişilik geçer sayıya ulaşılamadığı gerekçesiyle konuyu Anayasa Mahkemesine taşıdı. Nihayet, 27 Nisan gecesi TSK sitesinde bir bildiri yayınlandı. Daha sonra kendisi tarafından kaleme alındığını ifade eden Yaşar BÜYÜKANIT bir bildiri yayınladı. Bu bildiri bir E-Muhtıra niteliği taşıyordu. Oynanan oyunlar adeta bir tiyatro oyunu gibi ısıtılıp ısıtılıp devletin ve milletin canına çekiliyordu.Isıtma işi eşik yöntemiyle yapıldığı için kimse neyin neden yapıldığını dahi sorgulayacak durumda değildi. Bütün bu olanları adeta bir kader sayarak rıza göstermekten başka bir çarenin olmadığına inanmış gibiydi.
Yayınlanan E-Muhtıra sonrasında pek rastlanmayan bir çıkış gösterilmiş ve Hükümet Sözcüsü Cemil ÇİÇEK, yaptığı basın açıklamasında; “öncelikle söylemek isteriz ki, Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez” diyerek konuyu kapatmıştır.
15 Temmuz Darbe Girişimi
15 Temmuz 2016 tarihinde akşam saatlerinde İstanbul’da birden bire köprülerin kapatılması ve Ankara’ da Jetlerin alçak uçuş yapması ile başlayan darbe kalkışmasında; FETÖ’ ye bağlı ve bağımlı askerler, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Özel Harekât Daire Başkanlığı gibi mekânları bombaladı. Hedef; batılı emperyalist güçlerin kucaklarında ana üryan oturmanın verdiği sadakatle kendilerine verilen görevleri yerine getirmekti. Bu görev; Türkiye Cumhuriyeti Devletini iç savaşa sürükleyerek Irak ve Suriye’ de olduğu gibi parçalayıp küçük lokmalar halinde yutulmasını sağlamak şeklinde tanımlanabilir. Daha yeni satılmış hain terör örgütleriyle göğüs göğüse verilen mücadeleden dönmüş kahraman 50 özel harekât polisimizi gözünü kırpmadan vurarak şehit eden bu Türk İslâm düşmanı kripto ve siyonist haçlı uzantılarının öfke ve nefret düzeylerinin ne kadar yüksek olduğu anlaşılıyor. Bu hainler hedeflerine daha rahat ulaşabilmek için devlet büyüklerinin tamamını devre dışı bırakmak için sinsi plânlar hazırlamışlardı. Bu plânların nasıl devreye sokulmuş olduğu yapılmaya teşebbüs edilen kanlı suikast girişimlerinden anlaşılıyor. Ancak bu hain darbe girişimi sayın Cumhurbaşkanımız, Recep Tayip ERDOĞAN’ ıngözünü kırpmadan dik duruşu ve halkı bu darbe girişimini bastırmak için sokağa davet etmesi, sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’ nin devlete sahip çıkma adına sayın Cumhurbaşkanının yanında durmaları ve bu ülkeyi canından aziz bilen vatan evlatlarının cesareti ve başkaldırısıyla bertaraf edilmiş ve hainler birer birer yakalanarak vatana ihanetin bedelini ödemeye başlamışlardır. Bu bedelin çok ağır olması kaçınılmazdır. Çünkü işlenen suç ağırdır ve hafifletici hiçbir sebep yoktur.
Darbe gecesi Van’ dan Kars’ a seyahat ediyorduk. Ağrı tarafından geliyorduk ve yol güzergâhımızda güvenlik kuvvetlerimize hiç rastlayamadık. Bu bizi biraz korkutmuştu ve bayağı kaygı duymaya başlamıştık. Yolculuğumuz gece saat; 1.00 sularında bitti ve Kars’ a vardığımızda, darbe girişiminin yapılmakta olduğu bilgisini aldık. Daha sonradan öğreniyoruz ki; güvenlik birimlerinin görev mahallerini bırakarak darbe girişimi ile ilgili görevlerini yapmaya başlamışlar. Bu arada sınırlarımızın hemen dışında yaklaşık 15-20.000 kişilik teröristin darbenin başarı durumuna göre içeri girmek için bekletildiğini de öğreniyoruz. Aynı kripto yapı, devlet erki tarafından terör örgütleri içerisine sızdırılan devlet görevlilerinin belki kozmik bürolardan ele geçirdikleri isim listesini örgüt mensuplarına vererek o kahramanları infaz ettirmişlerdir. Diyarbakır’ da hendek savaşları verilirken, yine kripto bir subayın, yıkık bir bina da bomba tuzaklanmış olma ihtimalini sade bir vatandaşın bile anlayabileceği halde askerleri kendisi hariç o binaya sokması sonucunda o vatan evlatları tuzaklanan bombanın infilak ettirilmesi donucunda şehit olmuşlardır. Buna benzer daha çok örnekler vardır. Bugün dahi aynı ihanetlerine fırsat buldukça devam ediyorlar.
Bu yapıların tamamının son dönemlerde gittikçe berraklaşan en önemli hedeflerinin başında, AK Parti ve MHP arasında kurulan ittifaktır. Bu milli ve yerli olan ittifak onların rüyalarını kaçırıyor. Nefeslerini kesiyor ve bütün hain plânlarını alt üst ediyor. Çünkü onlara göre bu ittifak olmamalı ve MHP’ den boşalan yeri ya kripto yapılar yada doğrudan terör örgütleri almalıdır. Devlet kademelerinde milli ve yerli olanların rol üstlenmeleri onların oyunlarını bozacak ve devlete sızma girişimleri sonuçsuz kalacaktır. Kendilerini Türk Askeri diye lanse eden ve gerçekte başkalarının askerleri olan bu FETÖ’cü hainler; o gece haçlı siyonist destekçileriyle beraber 249 vatandaşı şehit etmiş, 2 bin 193 kişiyi de yaralamışlardır. Haçlı Siyonistler durumu İncirlikten ve Amerikan elçiliğinden kontrol etmişlerdir.
15 Temmuz gecesi bu aziz milletin gösterdiği cesaret ve verdiği mücadele yıllardır üzerine serpilmiş olan ölü toprağını attığı gecedir. Diğer tüm darbelerin ve darbe girişimlerinin rövanşını aldığı bir gecedir. O gece İbrahim AKSAKAL ve Ömer Halis DEMİR’ ler ortaya çıkmış ve hain darbecilere dur demişlerdir. 15 Temmuz gecesi alınan rövanş büyük Türk Milletinin artık dünyanın her tarafında “kızıl elmaya hey kızıl elmaya” diyerek operasyon yapma konumuna ve psikolojisine ulaştırmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu güne kadar, darbe, darbe girişimi ve bunlara benzer demokrasi karşıtı kumpaslar da gözlerini kırpmadan şehit olan herkesi selam, saygı ve dua ile anıyoruz. Allah Hepsine rahmet eylesin. Kahraman Gazilerimize şifa, Türk Milletine ve ailelerine sabır diliyoruz. Toplumsal gelişmeyi engelleyen, demokrasi kültürümüzü sekteye uğratan, sadece dış güçlerin karanlık emellerine hizmet eden gelişmelere kapı aralayan darbelerin İnşallah bir daha yaşanmaması dileğiyle…