Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

TANSİYON MUTLAKA DÜŞÜRÜLMELİ

Gidişat İyi Değildir, Tüm Kesimleri İtidalli Olmaya ve Aklıselime davet Ediyorum      Maalesef masum ve demokratik bir tepki olarak ortaya çıkan olaylar, zaman içerisinde  toplumsal tepki formatını değiştirip, kaos yaratma ve tehlikeli maksatlara doğru yönelmeye başlamıştır. Başlangıçta tesadüfi bir kalabalık olarak ortaya çıkanların tepkileri iyi yönetilemediği için, öfke kabarmasına bağlı, şiddet içeren yeni ve kaygı verici boyutlar kazanmıştır. Başlangıçta adeta bir panayır havasında ortaya konulan tepkiler, süreç içerisinde ülkemiz ve insanımız adına kazananı olmayacak bir kör dövüşüne döndürülmüştür. Aklın ve idrakin sınırlarını zorlayan, adeta serseri bir kurşun gibi nihai varacağı nokta önceden kestirilemeyen, bazı kritik eşikleri atlama temayülü gösteren olayları yönetmeleri gereken kolluk kuvvetlerinin bilerek veya bilmeyerek sergiledikleri  tutum ve davranışlarla, diğer taraf olmayı göze alanların karşı tarafı olma izlenimi vermeye başlamıştır. Toplumsal olaylar salt ideolojik formatlara  büründürülmeden kendi sosyolojik mecrası içerisinde taleplerini ortaya koyarken, bir taraf veya birilerinin tarafı olma, yargıda bulunma ve öngörüler ortaya koyma davranışı içerisine giremez. Şüphesiz bir arka plânı vardır ve işin mutfağı oradadır. Mutfakta pişen olaylar, tekrarlanabilirlik düzeyleriyle ortaya çıkarlar ve yaşanmadan tahmin edilemeyen yeni etki alanları yaratırlar. Sosyal ve seyyar medyanın mutfağa girerek bire bir somut olarak pişirdiği olayları, ajan provokatörlere bedelleriyle birlikte servis etmeye başlamıştır. Eğer onları istedikleri gibi doyururlarsa, kaos ve kargaşa ortamı kalıcı ve izli olmaya başlayacaktır. Böyle bir sonuç vatanını ve milletini seven hiç kimseye yarar sağlamayacak, sadece ihanet pazarlamacılarının ve kiralık şer odaklarının ekmeğine yağ sürecektir. Yasama yürütme ve yargı erklerini elinde tutanların, devlet olarak almaları gereken tedbirleri işte bu bakış açısıyla kendi mutfağında pişirip, ortaya çıkan tarafların hepsine aynı şefkat ve bakış açısıyla servis etmeleri en akılcı yöntem olacaktır. Toplumsal olaylar, kaybedeni olmayacak şekilde, bu objektiflik noktasından itibaren doğru yönetilmeye başlar ve sonuçta hiç kimsenin performansı düşmez ve herkes payına düşen kazanımı elde eder. Çünkü neticede; uzlaşma, anlaşılma, yaratılan risklerin paylaşılmasıyla elde edilen kazanımlarla performans artışı sağlanmış olur. Diğer toplumsal kurumların da bu duruma ayak uydurarak kendilerini geliştirmeleriyle toplumsal gelişme ve ilerleme gerçekleşmiş olacaktır. Hali hazırda ortaya çıkmaya başlayan sonuçlarıyla beraber bu olayları analiz ederken, yine geçmişe doğru okuma yapmamız gerekecek. Çok partili demokratik sisteme geçtikten sonra, demokrasi kültürünü geliştirecek düzeyde toplumsal gelişimde devamlılığı sürdüremedik ve yakalayamadık. Gerçekleştirilen askeri darbeler, yapısı gereği sancılı devam ederek mola noktalarında durulacağı kaçınılmaz olan sosyal değişim ve gelişim bedeninin omurgasını zedelemiş ve artık insanlar dik duramadığından, bir yerlere  yaslanma zarureti içerisine girmiştir. Demokrasimizde yaslanmalı bir demokrasi modeli olmaya başlamıştır. Her kesim sadece kendi çıkarları arasında demokrasi oyununu oynamaya başlamış ve dünya mülkü temelindeki hakkaniyet ve adalet faktörlerini kaybetmiştir. Ortada tek başına kalan ve kontrol edilemeyen güç; yanına ve etrafına aldıklarını ötekileştirilenleri yok ederek kendi varlıklarını daha üstün ve kuvvetli varlara dönüştürmeye yönelmiştir. İktidar erkini demokrasinin çalışması temelinde elinde tutan siyasi otoriteye taraf olmayı kazanç kapısı haline getiren doyumsuz taraftarlar, muhtemelen siyasi otoritenin denetimi dışında baskı, korku ve sindirme tutum ve davranışları sergileyerek yeni satatülerin rollerine soyunmaya hiç ara vermeden devam etmektedirler. Toplum içerisinde ortaya çıkan ayrışmanın temelinde bu olgu bulunuyor. Yasama, yürütme ve yargı erkleri kapsamında devlet kavramını vatandaş nezdinde somutlaştıran kuvvetlerin, ülkenin vatandaşı olan herkesin devleti olma konumunda olduğu tüm bireylerin genel kabulüdür. O kuvvetlerin de kuvvetler ayrımı yapısına uygun olarak bu felsefeye uygun düşen düşünce, tutum ve davranış sergilemeleri, en başta kendi siyasi ve kurumsal varlıklarının dayanağı olacağının bilincindedirler. Henüz demokrasi bilincini içlerine sindiremeyenler, ki bunların tamamı da siyasi iktidardan yana tercih kullanmamışlardır, inandıkları her türlü dini, ahlâki ve kültürel değerlerini yandaşlık yerini ve elde edilen menfaatlerini sağlamlaştırmak için bozdura bozdura kullanmaya devam etmek isterler. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarının atanmış ve sistem gereği seçilmiş yöneticilerin, tüm dönemler için yönetim anlayışları geriye doğru incelendiğinde, bu manada çok şaşırtıcı detaylara ulaşılacaktır. Görülecek ki, yöneticiler içten dışa doğru yalan, iftira ve tek taraflı kirli bilgi aktarım güçleri ölçüsünde halkalarla çevrilmiştir. Osmanlı’nın çöküş nedenlerinden birisi de sanırım yaşanan benzer olgulardır. Ne yazık ki bu kokuşmuş düzenbazların kursaklarına yığdıkları haksız kazanımların çıktıları olan irin ve kan kokuları, birey olarak her ne kadar makul olsalar da, amir ve yöneticileri nefessiz ve oksijensiz bırakmaktadır. En güçlü silahları; hak ve hukuk dağıtımı, makam ve mevki şantajlarıdır. Merkezi ve üst yönetimin adını kullanarak birilerine makam ve mevki sözleri veriyor ve kendilerini tek otorite ve karar mekanizması olarak lanse ediyorlar. Bunu yaparken de birtakım zayıf karakterli çalışanları çirkin emellerine alet etmekte zorlanmıyorlar. Çünkü o tür kurum ve kuruluşlarda öteden beri makam ve mevki elde etme yöntemi hep bu olmuş. İşte böyle dalkavuk ve soytarısı bol toplumsal yapılarda; uzlaştırıcı ve paylaşımcı bir kurum kültürünün gelişmesi söz konusu olamayacağı gibi, kendi varlığını sürdürmenin diğerlerinin yokluğuyla mümkün olacağı bir kişisel anlayış  gelişmektedir. Asıl gerçeklerden uzak kalan yöneticiler, kendilerine tek taraflı manipüle edilen kirli ve insaf ölçüleriyle bağdaşmayan bilgilerle karar mekanizmalarını çalıştırmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçekler bir gün su yüzüne çıkıp daha aşikâre olduğunda iş işten geçmiş olamaktadır. Toplumsal kalkınma ve gelişmenin önündeki en büyük engel budur. Çalışan ve üretenlerin dalkavukluk ve soytarılık yapmaya ihtiyaçları ve zamanları olamayacağından, hep dışarıda kalacak ve gelişme ve ilerlemenin lokomotifi olma rollerini icra edemeyeceklerdir. Hep meydanda onlar olacak ve o meydanın zincirleri uzun ve kısa olan bağlıları olmaktan öteye gidemeyeceklerdir. Adama bakın, gidiyor, devlet terbiyesi almış ve sürekli çalışan ve üreten bir çalışana; “bak sana işte şu yöneticilik görevini verdiriyorum. Sakın kimselere deme kesin ha!.. Hadi gene iyisin, sayın şuyum, sayın buyum” gibi çok çirkin ama kendilerine uygun yalanlar söylerken, arkasından da “ya şöyle bir durum var o konuda bana yardımcı olur musun?” Diyerek ilgili şahsı yanlış yapmaya sevk edebiliyorlar. Arkasından yarattığı münafıklık alâmeti olan riski hemen oracıkta satın alarak yine üst yöneticiye götürüp, asıl hedefi olan antipatiyi o kişiye karşı yönetici antipatisi olarak tescilliyorlar. Böylece dışlama ve dışarıda bırakma operasyonlarına devam ediyorlar. Esasında bu ilkel ve kokuşmuş beyinlerin organizasyonu olan düşünce, tutum ve davranışların modası geçmiştir. Muhatapların hepsi her şeyin farkındadır, yeri ve zamanı geldiğinde bu kurum kültürünün gelişmesini sabote eden virüs ruhlular yaptıklarının ağır bedelleriyle karşı karşıya gelmektedirler. Bu durum kaçınılmaz bir olgu olarak hep yaşanmıştır ve yaşanmaya da devam edecektir. Kaderin bir adaleti olarak bu sonuçla yüzleşmeye devam edilmektedir. Cumhuriyetten bu tarafa çok partili demokratik sisteme geçildikten sonra hep aynı nakaratlar farklı ton ve şiddette terennüm edilmiştir. Şeflik ve tek parti dönemlerinde, halkın yaşadığı sıkıntılar, korku ve sindirme operasyonları halâ tazeliğini korumaktadır. Açık veya gizli oy ve gizli tasnifin ne anlama geldiğini artık herkes biliyor. O dönemlerde temelleri atılan toplumsal ayrışma ve kamplaşmalardan olumsuz etkilenen grupların, bölük pörçük gelişen demokratik yaşamda, davranışçı öğrenme kuramlarında olduğu gibi etki ve tepki süreçleri kapsamında edinilen öğrenmeler sonucu, o dönemlerde sistem dışına itilenlerin bu gün elde ettikleri siyasal kazanımlarla ve demokratik süreçler sonucu, halkın tercihini alarak yöneten konumunda olanların, diğer tarafa düşenlerin zihninde “keser döndü sap döndü” hesabını çağrıştırdıkları sosyolojik bir olgu olarak anlaşılıyor. Her ne kadar siyasi otorite böyle bir temayül doğal olarak göstermese de, çünkü böyle bir algı kendi işine de gelmeyecektir, taraftarlar arasında ve içerisinde olduğumuz siyasi kültürle de ilişkili olarak kendisini hissettirmektedir. Kendileri gibi aynı değer ve siyasi normları paylaşıp, farklı siyasi partilerden yana tercih kullananları bile dışlamaktan ve ötekileştirmekten çekinmeyen bu yandaşların yarattıkları psikolojik etkiler, işte o tarafta kalanları bir araya toplayarak bir tepki topluluğu haline getirmiştir. Ekonomik sıkıntılar, yaşam koşullarındaki zorluklar, gelecek kaygısı ve işsizlik gibi faktörler bir açıdan değersizleştirdiği bireyleri, makul isyan ve itiraz konuları etrafında birleştirerek, herkesi kendi hikâyesi arkasında etkin olmaya ve değer üretmeye yönlendirmiştir. Eğer yeniden üretilecek değerler etrafında yeni toplumsal gruplar oluşturulursa, yönetim ve denetim daha da zorlaşacaktır. Öyleyse sürecin paydaşları olan tüm kurum ve birimler; ortak uzlaşmacı, paylaşımcı ve anlaşılır bir üslupla süreci yönetmelidirler. Bence o, ortalığa salınan akillere burada rol verilebilirdi. Çünkü ülkenin akilleri dururken delilerine rol verilmez ki!.. Sevgili dostlar, anlaşılıyor ki her inişin bir yokuşu, her merkezin bir çevresi, her yandaşlığın bir düşmanlığı olacaktır. Bu sosyolojik bir olgudur. Eğer toplumsal süreçler iyi yönetilemez ise, birlik ve beraberlik kültürü yerine ayrışma ve husumetleşme kültürü inşa edilecektir. Reddedenler reddedilenler olacak, kendisini merkezde hissedenler çevrenin yaban hayatına uyum göstermekte zorlanacaklardır. Bu gün merkezde olanların çıkar birliktelikleri ne ise, çevre de kalanların ötelenmişlik ve dışlanmışlıklarının oluşturduğu birlikteliler de aynıdır. Hatta ezilmişliğin oluşturduğu birliktelik daha samimi ve kuvvetlidir. Çıkar ve yarar birlikteliği sadece çıkara ve yarara endekslidir ve çabuk ters yüz olarak dağılır. Sosyal medyanın etkisi, durumdan haber edinilen tek araç olmasıyla alâkalıdır. Çünkü günümüzün toplumsal olaylarının iletişim dili sosyal medyadır. Sosyal medya da herkes kendisini ifade edebileceği bir dil kullanabilmekte ve gerçek hayatta gerçekleştirme zemini bulamadığı düşüncelerini o sanal dünyada sanalda olsa gerçekleştirme zemini bulmaktadır. Sosyal medyadaki dayanışma ve birliktelikler; itilmişlik, kakılmışlık, ötelenmişlik, ötekileştirilmişlik ve ayrıştırılmışlık duygularının etrafında gerçekleşen birlik ve dayanışmadır. Oldukça etkilidir, ölümüne direnir ve güce boyun eğmez. Çünkü ona göre kendi hikayesindeki yaşantıları kötünün en kötüsüdür. Acaba o başlangıçtaki masum ve makul çevre talepleriyle ortaya çıkan kalabalıklara, siyasi otoriteye mensup seçilmişler de katılmış ve birlikte talep ve beklentileri dillendirmiş olsalardı daha iyi olmaz mıydı? Bugün gelinen nokta ne olursa olsun acaba bu yaklaşım tarzı denenemez mi? Eğer riskli ise mecliste diğer siyasi partilerin de katılımı sonucu kurulacak bir uzlaşma komisyonu kanalıyla sürece objektif ve kalıcı çözümler üretilemez mi? Sevgili dostlar bu ülke hepimizin ve gidecek başka bir yerimiz yok. Bu ülke siyasi iktidarıyla, muhalefetiyle, şu etnik yapısıyla, bu etnik yapısıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, genciyle, yaşlısıyla, azıyla, çoğuyla, hastasıyla, sağlıklısıyla, zenginiyle, fakiriyle, atıyla, itiyle, sineğiyle, böceğiyle, havasıyla, suyuyla vel hasılı delisiyle ve velisiyle hepimizindir. Varsa sorunlarımızı ortak akıl ile mutlaka çözeceğiz ve herkes kendi fazlalarıyla çok yakın olan diğerlerinin noksanlarını tamamlayacaktır. Böylece birlik ve beraberliklerin kökleri daha derinlere ulaşacak ve uyandıran çok daha aydınlık geleceklere yön verecektir. Her şey gönlünüzce ve niyetinizce olsun. Selam ve sevgilerimle. Doç. Dr. Ali Osman ENGİN         
Ekleme Tarihi: 18 Haziran 2013 - Salı
Ali Osman ENGİN

TANSİYON MUTLAKA DÜŞÜRÜLMELİ

Gidişat İyi Değildir, Tüm Kesimleri İtidalli Olmaya ve Aklıselime davet Ediyorum     

Maalesef masum ve demokratik bir tepki olarak ortaya çıkan olaylar, zaman içerisinde  toplumsal tepki formatını değiştirip, kaos yaratma ve tehlikeli maksatlara doğru yönelmeye başlamıştır. Başlangıçta tesadüfi bir kalabalık olarak ortaya çıkanların tepkileri iyi yönetilemediği için, öfke kabarmasına bağlı, şiddet içeren yeni ve kaygı verici boyutlar kazanmıştır. Başlangıçta adeta bir panayır havasında ortaya konulan tepkiler, süreç içerisinde ülkemiz ve insanımız adına kazananı olmayacak bir kör dövüşüne döndürülmüştür. Aklın ve idrakin sınırlarını zorlayan, adeta serseri bir kurşun gibi nihai varacağı nokta önceden kestirilemeyen, bazı kritik eşikleri atlama temayülü gösteren olayları yönetmeleri gereken kolluk kuvvetlerinin bilerek veya bilmeyerek sergiledikleri  tutum ve davranışlarla, diğer taraf olmayı göze alanların karşı tarafı olma izlenimi vermeye başlamıştır.


Toplumsal olaylar salt ideolojik formatlara  büründürülmeden kendi sosyolojik mecrası içerisinde taleplerini ortaya koyarken, bir taraf veya birilerinin tarafı olma, yargıda bulunma ve öngörüler ortaya koyma davranışı içerisine giremez. Şüphesiz bir arka plânı vardır ve işin mutfağı oradadır. Mutfakta pişen olaylar, tekrarlanabilirlik düzeyleriyle ortaya çıkarlar ve yaşanmadan tahmin edilemeyen yeni etki alanları yaratırlar. Sosyal ve seyyar medyanın mutfağa girerek bire bir somut olarak pişirdiği olayları, ajan provokatörlere bedelleriyle birlikte servis etmeye başlamıştır. Eğer onları istedikleri gibi doyururlarsa, kaos ve kargaşa ortamı kalıcı ve izli olmaya başlayacaktır. Böyle bir sonuç vatanını ve milletini seven hiç kimseye yarar sağlamayacak, sadece ihanet pazarlamacılarının ve kiralık şer odaklarının ekmeğine yağ sürecektir.


Yasama yürütme ve yargı erklerini elinde tutanların, devlet olarak almaları gereken tedbirleri işte bu bakış açısıyla kendi mutfağında pişirip, ortaya çıkan tarafların hepsine aynı şefkat ve bakış açısıyla servis etmeleri en akılcı yöntem olacaktır. Toplumsal olaylar, kaybedeni olmayacak şekilde, bu objektiflik noktasından itibaren doğru yönetilmeye başlar ve sonuçta hiç kimsenin performansı düşmez ve herkes payına düşen kazanımı elde eder. Çünkü neticede; uzlaşma, anlaşılma, yaratılan risklerin paylaşılmasıyla elde edilen kazanımlarla performans artışı sağlanmış olur. Diğer toplumsal kurumların da bu duruma ayak uydurarak kendilerini geliştirmeleriyle toplumsal gelişme ve ilerleme gerçekleşmiş olacaktır. Hali hazırda ortaya çıkmaya başlayan sonuçlarıyla beraber bu olayları analiz ederken, yine geçmişe doğru okuma yapmamız gerekecek. Çok partili demokratik sisteme geçtikten sonra, demokrasi kültürünü geliştirecek düzeyde toplumsal gelişimde devamlılığı sürdüremedik ve yakalayamadık. Gerçekleştirilen askeri darbeler, yapısı gereği sancılı devam ederek mola noktalarında durulacağı kaçınılmaz olan sosyal değişim ve gelişim bedeninin omurgasını zedelemiş ve artık insanlar dik duramadığından, bir yerlere  yaslanma zarureti içerisine girmiştir. Demokrasimizde yaslanmalı bir demokrasi modeli olmaya başlamıştır. Her kesim sadece kendi çıkarları arasında demokrasi oyununu oynamaya başlamış ve dünya mülkü temelindeki hakkaniyet ve adalet faktörlerini kaybetmiştir. Ortada tek başına kalan ve kontrol edilemeyen güç; yanına ve etrafına aldıklarını ötekileştirilenleri yok ederek kendi varlıklarını daha üstün ve kuvvetli varlara dönüştürmeye yönelmiştir.


İktidar erkini demokrasinin çalışması temelinde elinde tutan siyasi otoriteye taraf olmayı kazanç kapısı haline getiren doyumsuz taraftarlar, muhtemelen siyasi otoritenin denetimi dışında baskı, korku ve sindirme tutum ve davranışları sergileyerek yeni satatülerin rollerine soyunmaya hiç ara vermeden devam etmektedirler. Toplum içerisinde ortaya çıkan ayrışmanın temelinde bu olgu bulunuyor. Yasama, yürütme ve yargı erkleri kapsamında devlet kavramını vatandaş nezdinde somutlaştıran kuvvetlerin, ülkenin vatandaşı olan herkesin devleti olma konumunda olduğu tüm bireylerin genel kabulüdür. O kuvvetlerin de kuvvetler ayrımı yapısına uygun olarak bu felsefeye uygun düşen düşünce, tutum ve davranış sergilemeleri, en başta kendi siyasi ve kurumsal varlıklarının dayanağı olacağının bilincindedirler. Henüz demokrasi bilincini içlerine sindiremeyenler, ki bunların tamamı da siyasi iktidardan yana tercih kullanmamışlardır, inandıkları her türlü dini, ahlâki ve kültürel değerlerini yandaşlık yerini ve elde edilen menfaatlerini sağlamlaştırmak için bozdura bozdura kullanmaya devam etmek isterler. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarının atanmış ve sistem gereği seçilmiş yöneticilerin, tüm dönemler için yönetim anlayışları geriye doğru incelendiğinde, bu manada çok şaşırtıcı detaylara ulaşılacaktır. Görülecek ki, yöneticiler içten dışa doğru yalan, iftira ve tek taraflı kirli bilgi aktarım güçleri ölçüsünde halkalarla çevrilmiştir. Osmanlı’nın çöküş nedenlerinden birisi de sanırım yaşanan benzer olgulardır. Ne yazık ki bu kokuşmuş düzenbazların kursaklarına yığdıkları haksız kazanımların çıktıları olan irin ve kan kokuları, birey olarak her ne kadar makul olsalar da, amir ve yöneticileri nefessiz ve oksijensiz bırakmaktadır. En güçlü silahları; hak ve hukuk dağıtımı, makam ve mevki şantajlarıdır. Merkezi ve üst yönetimin adını kullanarak birilerine makam ve mevki sözleri veriyor ve kendilerini tek otorite ve karar mekanizması olarak lanse ediyorlar. Bunu yaparken de birtakım zayıf karakterli çalışanları çirkin emellerine alet etmekte zorlanmıyorlar. Çünkü o tür kurum ve kuruluşlarda öteden beri makam ve mevki elde etme yöntemi hep bu olmuş.


İşte böyle dalkavuk ve soytarısı bol toplumsal yapılarda; uzlaştırıcı ve paylaşımcı bir kurum kültürünün gelişmesi söz konusu olamayacağı gibi, kendi varlığını sürdürmenin diğerlerinin yokluğuyla mümkün olacağı bir kişisel anlayış  gelişmektedir. Asıl gerçeklerden uzak kalan yöneticiler, kendilerine tek taraflı manipüle edilen kirli ve insaf ölçüleriyle bağdaşmayan bilgilerle karar mekanizmalarını çalıştırmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçekler bir gün su yüzüne çıkıp daha aşikâre olduğunda iş işten geçmiş olamaktadır. Toplumsal kalkınma ve gelişmenin önündeki en büyük engel budur. Çalışan ve üretenlerin dalkavukluk ve soytarılık yapmaya ihtiyaçları ve zamanları olamayacağından, hep dışarıda kalacak ve gelişme ve ilerlemenin lokomotifi olma rollerini icra edemeyeceklerdir. Hep meydanda onlar olacak ve o meydanın zincirleri uzun ve kısa olan bağlıları olmaktan öteye gidemeyeceklerdir. Adama bakın, gidiyor, devlet terbiyesi almış ve sürekli çalışan ve üreten bir çalışana; “bak sana işte şu yöneticilik görevini verdiriyorum. Sakın kimselere deme kesin ha!.. Hadi gene iyisin, sayın şuyum, sayın buyum” gibi çok çirkin ama kendilerine uygun yalanlar söylerken, arkasından da “ya şöyle bir durum var o konuda bana yardımcı olur musun?” Diyerek ilgili şahsı yanlış yapmaya sevk edebiliyorlar. Arkasından yarattığı münafıklık alâmeti olan riski hemen oracıkta satın alarak yine üst yöneticiye götürüp, asıl hedefi olan antipatiyi o kişiye karşı yönetici antipatisi olarak tescilliyorlar. Böylece dışlama ve dışarıda bırakma operasyonlarına devam ediyorlar. Esasında bu ilkel ve kokuşmuş beyinlerin organizasyonu olan düşünce, tutum ve davranışların modası geçmiştir. Muhatapların hepsi her şeyin farkındadır, yeri ve zamanı geldiğinde bu kurum kültürünün gelişmesini sabote eden virüs ruhlular yaptıklarının ağır bedelleriyle karşı karşıya gelmektedirler. Bu durum kaçınılmaz bir olgu olarak hep yaşanmıştır ve yaşanmaya da devam edecektir. Kaderin bir adaleti olarak bu sonuçla yüzleşmeye devam edilmektedir. Cumhuriyetten bu tarafa çok partili demokratik sisteme geçildikten sonra hep aynı nakaratlar farklı ton ve şiddette terennüm edilmiştir. Şeflik ve tek parti dönemlerinde, halkın yaşadığı sıkıntılar, korku ve sindirme operasyonları halâ tazeliğini korumaktadır. Açık veya gizli oy ve gizli tasnifin ne anlama geldiğini artık herkes biliyor. O dönemlerde temelleri atılan toplumsal ayrışma ve kamplaşmalardan olumsuz etkilenen grupların, bölük pörçük gelişen demokratik yaşamda, davranışçı öğrenme kuramlarında olduğu gibi etki ve tepki süreçleri kapsamında edinilen öğrenmeler sonucu, o dönemlerde sistem dışına itilenlerin bu gün elde ettikleri siyasal kazanımlarla ve demokratik süreçler sonucu, halkın tercihini alarak yöneten konumunda olanların, diğer tarafa düşenlerin zihninde “keser döndü sap döndü” hesabını çağrıştırdıkları sosyolojik bir olgu olarak anlaşılıyor. Her ne kadar siyasi otorite böyle bir temayül doğal olarak göstermese de, çünkü böyle bir algı kendi işine de gelmeyecektir, taraftarlar arasında ve içerisinde olduğumuz siyasi kültürle de ilişkili olarak kendisini hissettirmektedir. Kendileri gibi aynı değer ve siyasi normları paylaşıp, farklı siyasi partilerden yana tercih kullananları bile dışlamaktan ve ötekileştirmekten çekinmeyen bu yandaşların yarattıkları psikolojik etkiler, işte o tarafta kalanları bir araya toplayarak bir tepki topluluğu haline getirmiştir. Ekonomik sıkıntılar, yaşam koşullarındaki zorluklar, gelecek kaygısı ve işsizlik gibi faktörler bir açıdan değersizleştirdiği bireyleri, makul isyan ve itiraz konuları etrafında birleştirerek, herkesi kendi hikâyesi arkasında etkin olmaya ve değer üretmeye yönlendirmiştir. Eğer yeniden üretilecek değerler etrafında yeni toplumsal gruplar oluşturulursa, yönetim ve denetim daha da zorlaşacaktır.


Öyleyse sürecin paydaşları olan tüm kurum ve birimler; ortak uzlaşmacı, paylaşımcı ve anlaşılır bir üslupla süreci yönetmelidirler. Bence o, ortalığa salınan akillere burada rol verilebilirdi. Çünkü ülkenin akilleri dururken delilerine rol verilmez ki!.. Sevgili dostlar, anlaşılıyor ki her inişin bir yokuşu, her merkezin bir çevresi, her yandaşlığın bir düşmanlığı olacaktır. Bu sosyolojik bir olgudur. Eğer toplumsal süreçler iyi yönetilemez ise, birlik ve beraberlik kültürü yerine ayrışma ve husumetleşme kültürü inşa edilecektir. Reddedenler reddedilenler olacak, kendisini merkezde hissedenler çevrenin yaban hayatına uyum göstermekte zorlanacaklardır. Bu gün merkezde olanların çıkar birliktelikleri ne ise, çevre de kalanların ötelenmişlik ve dışlanmışlıklarının oluşturduğu birlikteliler de aynıdır. Hatta ezilmişliğin oluşturduğu birliktelik daha samimi ve kuvvetlidir. Çıkar ve yarar birlikteliği sadece çıkara ve yarara endekslidir ve çabuk ters yüz olarak dağılır. Sosyal medyanın etkisi, durumdan haber edinilen tek araç olmasıyla alâkalıdır. Çünkü günümüzün toplumsal olaylarının iletişim dili sosyal medyadır. Sosyal medya da herkes kendisini ifade edebileceği bir dil kullanabilmekte ve gerçek hayatta gerçekleştirme zemini bulamadığı düşüncelerini o sanal dünyada sanalda olsa gerçekleştirme zemini bulmaktadır. Sosyal medyadaki dayanışma ve birliktelikler; itilmişlik, kakılmışlık, ötelenmişlik, ötekileştirilmişlik ve ayrıştırılmışlık duygularının etrafında gerçekleşen birlik ve dayanışmadır. Oldukça etkilidir, ölümüne direnir ve güce boyun eğmez. Çünkü ona göre kendi hikayesindeki yaşantıları kötünün en kötüsüdür.


Acaba o başlangıçtaki masum ve makul çevre talepleriyle ortaya çıkan kalabalıklara, siyasi otoriteye mensup seçilmişler de katılmış ve birlikte talep ve beklentileri dillendirmiş olsalardı daha iyi olmaz mıydı? Bugün gelinen nokta ne olursa olsun acaba bu yaklaşım tarzı denenemez mi? Eğer riskli ise mecliste diğer siyasi partilerin de katılımı sonucu kurulacak bir uzlaşma komisyonu kanalıyla sürece objektif ve kalıcı çözümler üretilemez mi? Sevgili dostlar bu ülke hepimizin ve gidecek başka bir yerimiz yok. Bu ülke siyasi iktidarıyla, muhalefetiyle, şu etnik yapısıyla, bu etnik yapısıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, genciyle, yaşlısıyla, azıyla, çoğuyla, hastasıyla, sağlıklısıyla, zenginiyle, fakiriyle, atıyla, itiyle, sineğiyle, böceğiyle, havasıyla, suyuyla vel hasılı delisiyle ve velisiyle hepimizindir. Varsa sorunlarımızı ortak akıl ile mutlaka çözeceğiz ve herkes kendi fazlalarıyla çok yakın olan diğerlerinin noksanlarını tamamlayacaktır. Böylece birlik ve beraberliklerin kökleri daha derinlere ulaşacak ve uyandıran çok daha aydınlık geleceklere yön verecektir.


Her şey gönlünüzce ve niyetinizce olsun. Selam ve sevgilerimle.


Doç. Dr. Ali Osman ENGİN

  

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler güzel sözler deneme bonusu veren siteler