Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

SOSYAL SERMAYENİN ERİMESİ VE TEYO PEHLİVANIN YERİNMESİ

Sevgili dostlar, 21. Yüzyıla adım atarken insanlığı adeta tehdit eden erdemler ve değerler çürümesinin tetikleyici kaynakları üzerinde durulması gereğini iredelemek istiyorum. Yazılı ve görsel medyadan takip edebildiğim kadarıyla, zaman zaman gerekçeleri kasıtlı olarak atlanılan sahte ve aslına benzetilen gerekçelere bağlanılan ve yapılandırılmış sonuçlar olarak ortaya çıkan faktörler üzerine odaklaşılmaktadır. İstenildiği takdirde, beklentiniz olan sonuçları sahte ve manipüle gerekçelere rahatlıkla bağlayabilirsiniz. Böylece kontrol altına almak istediğiniz geleceğin gelmesi için lazım olan sebepleri ortaya çıkarmış olursunuz. Esasında yapılmak istenen füturolojik bir tasarım modelidir. Bu tasarımın uygulanabilir programı süreç içerisinde geliştirilmekte olup, başlangıçta ileri – geri gidip gelebilen küçük adımlarla işe koşulmakta ve akabinde yazılı ve görsel medya desteğiyle etkin hedef kitle katılımı sağlanarak rol dağıtımı gerçekleşmektedir. Dağıtılan roller ortaya çıkan başarı durumlarıyla yeniden tanımlanmakta ve desteklenmektedir. Eğer beklentilere uymayan durumlar ortaya çıkarsa, başlangıçtaki ileri – geri küçük adımlar devreye sokularak uygun koşullar oluşturulup yeniden harekete geçilmektedir. Aynı zamanda sürecin bütünlüğünün bozulmadan sürdürülmesinin ana temasının her problemli durumda ortama sokulan dönüt düzeltmeler olduğu anlaşılıyor. Bu derece sistematik tasarımların gerçekleştirilmesi için yakılan gemilerle çıkılan yolun uygun karşı koyma tedbirleri alınmadan, ALLAH korusun, varılmak istenilen nihai  yere ulaşmaması, ham hayal misali, beklenmemelidir. Kaçınılmaz sonuç, kademeli ilerleme, konum ve hız ilkelerinin sürece hakim olmalarıdır.    Tabiki bu füturolojik insan ve toplum mühendisliği temelli, hızına müdahale edildiğinde konumunun değiştiği ve konumuna odaklaşıldığında ise hızının değiştiği sahne oyunlarını bertaraf ederek tasarımcılarının beklentileri olmayan sonuçlara yönlendirmenin alternatif tasarım ve modelleri vardır. Bu modeller milli olup, sebepleriyle sonuçları arasında gizlenmiş gölge oyunları yoktur. Önemli olan; algıdaki gerçek seçiciliğin canlı tutulması, milli hafızanın geri getirilmesi, tarih bilinci ve şuuruyla hareket edilmesidir. Bütün bu değerlerin harekete geçirilmesi ise tek kelimeyle bir milletin mensubu olma koşuluna bağlıdır. Bahse konu birleştirici değerler millet olma değerleridir. Bizim diğer milletlerle tanışıp dost yakın olmamız için kâinatın sahibi tarafından var edilen milletimiz büyük Türk Milletidir. Bu yüce millet tarih sahnesine çıktıktığı andan itibaren mazlumların va kimsesizlerin kimsesi olmuştur. Zalimlerin zulüm ve sömürü düzenleri yerle bir edilmiştir. Yüce Peygamberimizin övgüsüne mazhar olan bu millete ihanet ederek tarih sahnesinde silmeye çalışanların aidiyetleri işte onlaradır. Millet varlığımızı kökünden sarsmaya dönük olarak kimlik bunalımı yaratmak isteyenlere inat, bu dinamik döngü süreci iyi okunduğu zaman, insanlığı her cepheden tehdit eden çürümüşlük ve kokuşmuşluğun mutlaka sebep ve kaynaklarını besleyen damarlara ulaşılarak, insanı kâmil olma yolunu tıkayan bariyerlere en hafifinden cerrahi müdahaleler yapılmalıdır. Yapılacak cerrahi müdahaleler için hastanın uygun pozisyon ve durum alması gereklidir. İşte bu noktada toplumsal dayanışma, birlik ve beraberlik adına sosyal sermaye üzerinde durulmalıdır.   Çünkü, toplumsal beraberliğin ana kaynağı olarak tanımlayabileceğimiz ve ne yazık ki işlevselliğini yavaş yavaş kaybeden sosyal sermayenin yeniden inşası ve akabinde yapılması gereken cerrahi müdahalenin önkoşuludur. Sosyal sermaye modern iktisat bilimcilerinin de sıkça kullandıkları, sıcak bir kavramdır. Doğrudan para ve benzeri unsurlardansa, üzerinde çalışılması gereken esas sermayenin sosyal sermaye olduğu gerçeği, çürüyen ve beşinci kol faaliyetleri olarak çürütülmeye çalışılan erdem ve insanlığın mirasçısı olduğu maddi, manevi ve kültürel değerlere duyulan ihtiyaçtan anlaşılmaktadır.   Üzerinde durulan sosyal sermaye, “insanların birbirlerinin yağıyla kavrulmaları” ifadesinden, “insan insanın külüne muhtaçtır” özdeyişinin ortaya koyduğu, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisi şerifinin idraklere sunduğu, “acılar paylaşıldıkça azalır ve etkisini kaybeder, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır ve genişler” anlayışının göz önüne serdiği gibi, insanoğlu tek başına tüm sosyal, kültürel, psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bu ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için karşı ve hemcinsleriyle birlikte yaşama ihtiyacı vardır. İnsanoğlu bu boyutuyla kompleks ve mükemmel bir sosyal canlıdır. Varlığı özünden önce gelen bu kompleks canlı, kendisini gerçekleştirmek için özünü bulma çabası içerisine girecek, sosyalleşme sürecinde sağlam adımlarla ilerleyecek, çevreye yaratılışın amacına uyum sürecinde daha başarılı olacaktır.   Bireyin sosyalleşme sürecinin temel argümanları toplumsal açıdan önemli olan hısımlık, akrabalık, komşuluk hak ve hukuk bağları, topluluktan millet olma şuuruna yükselten, bireyi disipline ederek toplumun sağlıklı inşasında rol almasını sağlayan toplumsal değer ve normlardır. Bu değer ve normların tamamı temel insanlık ve millet olma değerlerini yansıtmaktadır. Bu değerler, toplumsal miras olan kültürel yapılar olarak kuşaktan kuşağa geliştirilerek aktarılıp benimsenen ve  içselleştirilerek yaşam biçimine dönüştürülmektedir. Ana taşıyıcı İslâm inanç ve felsefesidir. Bu ortak değerlerin toplamıyla şekillenen millete aidiyet duygusu geliştiren bireylerin genetik yapıları da, işte bu değerlerin inkişafıyla biçimlenmektedir. Bu değerlere yapılan müdahalelerin arka plânında o genetik yapının tahribatı yatmaktadır. Böylece aidiyet duygusunun yok edilmesiyle bir yüce değere bağlılık ortadan kalkacak ve sanki amaçsız olarak tesadüfen bir araya gelen başı ve sonu boş  kalabalıkları oluşturan bireyler sonu görünmeyen karanlık delhizlere doldurulacaktır. Çünkü bu sahne oyunlarının senaristleri bu noktayı çöküşün ve yok oluşun başlangıcı olarak görmek istiyorlar. Ancak her çöküşün ve darlığın yeni dirilişleri ve ferahlıkları beraberinde getireceğini akıllarına getiremiyorlar. Bizim ALLAH’ın plânlarının tüm plânlara galabe çalacağına olan inanç ve güvenimiz tamdır. Bu inanç ve güven daha fazla mücadele azim ve kararlılığı vermelidir. Hedefleri bir bir gerçekleştirenler her zaman daha fazla çalışanlardır.   Her toplumu meydana getiren sosyal kurumlar arasında ailenin önemi de işte bu değerlerin içselleştirilmiş olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Çünkü kurumsal düzeyde eğitimin itici gücünü de arkasına alan ve aile kurumunun her alanda en temel önkoşul değerleri olan; eğitici sosyal, psikolojik ve kültürel desteğini kazanan bireyler, diğer sosyal kurumların varlık gerekçesi olan girdileridir. 21. yüzyıl toplumsal yapısını yakından meşgul eden temel sorunda bu faktörlerin nitelikli varlığı veya yokluğu  ile yakından ilişkilidir. Daha geleneksel toplumlarda bu temel değerlerin daha işlevsel halde bulunmasının; sosyal ilişkilerde daha sıcak, menfaate dayanmayan ve çıkar hesabı yapılmayan etkileşim süreçleri geliştirdiği anlaşılmaktadır. Günümüzde bu ve benzeri değerler azaldıkça arzu edilen diğer sosyal etkileşimlerde gerçekleşememektedir. Özellikle İbni Haldun ve diğer sosyologların toplum tanımlamalarında, vurgulamaya çalıştığım ilişkiler daha detaylı olarak belirtilmiştir. Batı liberal felsefesinin referans kaynağı olan birey algısının İslâm inanç ve felsefesini benimseyen toplumsal yapılara fazla uymadığını belirten İbni Haldun, burada bireyden ziyade şahsiyet olunması üzerinde durmaktadır. Çünkü birey kendi değerlerini kendi varlığıyla özgürleşme adına inşa ederken, daha tepkili ve isyankâr, şahsiyet ise sahip olduğu kültür ve değerler boyutuyla sahip olduğu özgürlük alanı çerçevesinde, biz algısını ben algısının önüne alarak sonu gelmeyen isyan ve baş kaldırıları disipline etmektedir. Elbetteki baş kaldırı ve isyanlar olacaktır. Ancak hedef, Hakkı batılda boğmak, doğruyu yanlışla hizaya getirmek, doluyu boşla etkisizleştirmek, hizmeti zulümle dengelemeye çalışmak, ister somut ve ister soyut olsun eşya ve tüm varların korunumu ilkesini gözardı ederek varları yoklaştırmaya çabalamak olmamalıdır. İşte 21.yüzyılın getirdiği temel küresel sorunlardan birisi de budur. Aslında bu sorun derinlemesine incelendiği zaman, birey ve toplumu sarsarak insanı kâmil olma seviyesine ulaşıp, erdemler bütününü içselleştiren şahsiyet ve bu şahsiyetlerin oluşturduğu toplumların diğer sorunlarının da farklı boyutlarda kaynaklarını oluşturduğu kolaylıkla anlaşılacaktır.   Düşünebiliyormusunuz; insan olma ayrıcalığının getirdiği statü ve roller kapsamında sosyal sermayenin inşası ile ilgili sorumluluklarını unutarak, yükünü hafiflettiğini düşünüp kaynağı belli olan değer ve normlarını birer birer kalplerinden ve sırtlarından atan zavallılar, daha fazla özgürleşme adına yok ettikleri kendi varlıklarını  saklamak için, tüm varların sahibi olan o mutlak varı yok sayabilmektedirler. Bu zavallılar, kendi öz varlıklarının temelinin yokluk olduğunu  kavrayacak donanıma sahip değillerdir. Kendilerinin yarım yamalak bildiklerinin kölesi ve bilmediklerinin bilinmezleri olduklarını anlayana kadar bu tür zırvalara devam edeceklerdir. Çünkü onların yok saydıklarının varlarından oluşan varlık alemine tutunma argüman ve çareleri bunlardan ibarettir. Bu ilkel inkâr düşüncesini benimseyen işlenmemiş ham hayal bezirgânları, var saydıklarının zamanı geldiğinde gerçekleşecek yokluklarını ne izah edebilmekte ve ne de engelleyebilmektedirler. Bu durumun farkına vardıklarında ise, kendilerinin genel kabullerini irdeleyen ve zaman zaman sarsan akıl merkezini ve onun veri toplayan duyusal unsurlarını ancak uyuşturup sarhoş etmektedirler. Bu sarhoşluk döneminin kendilerine rahat bir nefes aldırdığını hissetselerde, her uyanışta varlık bedenlerini kuşatan stres ve zavallılık sendromunu yaşarlar. Onların özgürlük anlayışları, başkalarınınkini kısabildikleri ölçüde temellenmektedir. Öyleya hep mutlak varları yok sayarak, mutlak yokluklarını vara dönüştürme çabası içerisinde olduklarından her alanda aynı şablonu kullanıyorlar. Fikirleri atlayıp şahıslar üzerinden fikirleri çürüteceklerine inandıkları için, sürekli kişisel davranışlar üzerine odaklaşarak yol almaya çalışıyorlar. Kendilerine o yolu vermeyenlerle karşılaştıklarında, en seri şekilde soytarılık yoluna dalarak yaratacakları riskleri satın almaya başlarlar.   Sonuçta toplumsal yapıyı derinden sarsan değerler erozyonu diğer tüm sosyal kurumların altını üstüne ve içini dışına çıkarmakta ve millet olma şuur ve yapısını geniş, amaçsız, etkisiz halk yığın ve grubuna dönüştürmektedir. Tam bu noktada da artık dış kaynaklı müdahale ve yönlendirmeler başlamaktadır. Toplum olarak içerisinde bulunduğumuz sıkıntı ve sorunların kaynakları buralarda aranmalıdır. Her toplumda yaşanan değerler erozyonu özellikle yönetenin etrafına yığılan soytarılar ve dalkavuklar nezdinde daha fazla hissedilmektedir. Bu soytarıların sloganı olan; “Padişahım Çok Yaşa” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, esas yaşatılmak istenen şey; oturtuldukları yağlı koltuk ve kucak sahiplerinin kendilerine sundukları imkân ve fırsatlardır. Çünkü padişahın ölümü o fırsatların da ölümü olacaktır. Sonuçta kader cihetinde gerçekleşen şey ise asıl ölenin yani kralın kendisinin olmasıdır. Soytarılar ve dalkavuklar sadece aldıkları kadar krala veya sultana verme şansına sahiptirler. Bir Osmanlı Padişahının parayla tuttuğu bir soytarısına sürekli arkasından; padişahım senden büyük ALLAH var dedirtmesinin manası iyi anlaşılmalıdır. Sevgili dostlar, aziz okuyucularım; anladım sizleri biraz yordum. İsterseniz gelin konuyla ilgili olarak birazda sevgili Teyo Pehlivanımıza kulak verelim. Aralanan kapılardan içeri girip Pehlivanın hayal dünyasına varalım ve normal yaşamın imkânsızlarının o’nun imkânsızı mümkün kılan felsefesinde nasıl şekilleneceğine bakalım.   A.O.E. “-Yahu Teyo Pehlivan hani sen bizim akıllı adamımızdın! Hep sıkıştığımızda sene danışirdıḫ. Herşeyi de maşallah bülirdın. Ama bu akil adamlar listesinde yoksun. Yoksa bizi hep gandırdınmı!”   T.P. “-Tev bayılim sene. Ne bülirsen olmadığımi? Liste bene geldi ama baḫdımki onların aḫılları asli aḫıl değil nakli aḫıl! Oturdum düşündüm ve katılmaktan vaz geçtim. Hani ben daha önce bu arabesk müziğin bizim öz Türk sanat ve halk müziğimizi dejenere ettiğini söylemiştim. Bilirsiniz müziği ve kültürü dejenere edilen toplumlar zaman içerisinde milli değer ve kültürel özlerinden uzaklaşırlar. Şimdi gelinen bu noktada epey bir neslin o potaya sokulduğu anlaşılıyor. Şimdi onların aḫıllı adamı kim olur?.. Hadi söyle baḫalım benmi olurum?.. Yaa.. niye dilin yuttun… Aladınmı niye olmadığımı!.. Peki sene bir soru daha; bu ülkede sahne oyunlarının başlangıcına gidelim. Kimler hangi oyunları ne maksatla sahneye koyuyordu?..  söyle söyle çekinme yanındayım. Neden aile yapımız bu hale geldi?.. Haa.. şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Biz oralarda olmayınca onlar doldurdu ve iyi rol yapmayı öğrendikleri için mecburen onlar yeni oyun kurucular olarak seçildiler. Niye gocunirsız?.. Öbürleride aynı. Senın yukarıda yazdığına benzer simalar bu iş için soyunmuşlar. Dıgget et ḫoca ele soyunup geyinmek ve geyindikten sonrada tekrar yeni işlere soyunmak golay değildir. Olsun onlarda bizim insanlarımız ne yapalım dışarımı atalım. Her birşeyi bizden daha iyi bildikleri anlaşılıyor. Hem de toplumun içerisinde her türlü insan var. Yani onların bu konularda diyecekleri olmasınmı? Vallaha ḫoca ben aladımki gardaş onlar bizden daha fazla izlenir ve dinlenir. Baḫ ḫoca demekki vatandaşın bunada ihtiyacı var. Ya haşa haşa onlar olmasa bu gençler ne yapacaḫ! Gardaş beni ne yapsınlar. Ne hoşça vakit geçirtebilirim ve nede neşelerine neşe katabilirim. Herhalki anlamışsandır”.   A.O.E. “-Vallaha Teyo gardaş seni şimdi anladım. Demekki hakkımıza hayırlısı bu imiş. Sağolasan daha bu meseleye gimiyecem. Bana eyvallah. Birdahaki sefere görüşmek ümidiyle”.    
Ekleme Tarihi: 22 Nisan 2013 - Pazartesi
Ali Osman ENGİN

SOSYAL SERMAYENİN ERİMESİ VE TEYO PEHLİVANIN YERİNMESİ

Sevgili dostlar, 21. Yüzyıla adım atarken insanlığı adeta tehdit eden erdemler ve değerler çürümesinin tetikleyici kaynakları üzerinde durulması gereğini iredelemek istiyorum. Yazılı ve görsel medyadan takip edebildiğim kadarıyla, zaman zaman gerekçeleri kasıtlı olarak atlanılan sahte ve aslına benzetilen gerekçelere bağlanılan ve yapılandırılmış sonuçlar olarak ortaya çıkan faktörler üzerine odaklaşılmaktadır. İstenildiği takdirde, beklentiniz olan sonuçları sahte ve manipüle gerekçelere rahatlıkla bağlayabilirsiniz. Böylece kontrol altına almak istediğiniz geleceğin gelmesi için lazım olan sebepleri ortaya çıkarmış olursunuz. Esasında yapılmak istenen füturolojik bir tasarım modelidir. Bu tasarımın uygulanabilir programı süreç içerisinde geliştirilmekte olup, başlangıçta ileri – geri gidip gelebilen küçük adımlarla işe koşulmakta ve akabinde yazılı ve görsel medya desteğiyle etkin hedef kitle katılımı sağlanarak rol dağıtımı gerçekleşmektedir. Dağıtılan roller ortaya çıkan başarı durumlarıyla yeniden tanımlanmakta ve desteklenmektedir. Eğer beklentilere uymayan durumlar ortaya çıkarsa, başlangıçtaki ileri – geri küçük adımlar devreye sokularak uygun koşullar oluşturulup yeniden harekete geçilmektedir. Aynı zamanda sürecin bütünlüğünün bozulmadan sürdürülmesinin ana temasının her problemli durumda ortama sokulan dönüt düzeltmeler olduğu anlaşılıyor. Bu derece sistematik tasarımların gerçekleştirilmesi için yakılan gemilerle çıkılan yolun uygun karşı koyma tedbirleri alınmadan, ALLAH korusun, varılmak istenilen nihai  yere ulaşmaması, ham hayal misali, beklenmemelidir. Kaçınılmaz sonuç, kademeli ilerleme, konum ve hız ilkelerinin sürece hakim olmalarıdır. 

 

Tabiki bu füturolojik insan ve toplum mühendisliği temelli, hızına müdahale edildiğinde konumunun değiştiği ve konumuna odaklaşıldığında ise hızının değiştiği sahne oyunlarını bertaraf ederek tasarımcılarının beklentileri olmayan sonuçlara yönlendirmenin alternatif tasarım ve modelleri vardır. Bu modeller milli olup, sebepleriyle sonuçları arasında gizlenmiş gölge oyunları yoktur. Önemli olan; algıdaki gerçek seçiciliğin canlı tutulması, milli hafızanın geri getirilmesi, tarih bilinci ve şuuruyla hareket edilmesidir. Bütün bu değerlerin harekete geçirilmesi ise tek kelimeyle bir milletin mensubu olma koşuluna bağlıdır. Bahse konu birleştirici değerler millet olma değerleridir. Bizim diğer milletlerle tanışıp dost yakın olmamız için kâinatın sahibi tarafından var edilen milletimiz büyük Türk Milletidir. Bu yüce millet tarih sahnesine çıktıktığı andan itibaren mazlumların va kimsesizlerin kimsesi olmuştur. Zalimlerin zulüm ve sömürü düzenleri yerle bir edilmiştir. Yüce Peygamberimizin övgüsüne mazhar olan bu millete ihanet ederek tarih sahnesinde silmeye çalışanların aidiyetleri işte onlaradır. Millet varlığımızı kökünden sarsmaya dönük olarak kimlik bunalımı yaratmak isteyenlere inat, bu dinamik döngü süreci iyi okunduğu zaman, insanlığı her cepheden tehdit eden çürümüşlük ve kokuşmuşluğun mutlaka sebep ve kaynaklarını besleyen damarlara ulaşılarak, insanı kâmil olma yolunu tıkayan bariyerlere en hafifinden cerrahi müdahaleler yapılmalıdır. Yapılacak cerrahi müdahaleler için hastanın uygun pozisyon ve durum alması gereklidir. İşte bu noktada toplumsal dayanışma, birlik ve beraberlik adına sosyal sermaye üzerinde durulmalıdır.

 

Çünkü, toplumsal beraberliğin ana kaynağı olarak tanımlayabileceğimiz ve ne yazık ki işlevselliğini yavaş yavaş kaybeden sosyal sermayenin yeniden inşası ve akabinde yapılması gereken cerrahi müdahalenin önkoşuludur. Sosyal sermaye modern iktisat bilimcilerinin de sıkça kullandıkları, sıcak bir kavramdır. Doğrudan para ve benzeri unsurlardansa, üzerinde çalışılması gereken esas sermayenin sosyal sermaye olduğu gerçeği, çürüyen ve beşinci kol faaliyetleri olarak çürütülmeye çalışılan erdem ve insanlığın mirasçısı olduğu maddi, manevi ve kültürel değerlere duyulan ihtiyaçtan anlaşılmaktadır.

 

Üzerinde durulan sosyal sermaye, “insanların birbirlerinin yağıyla kavrulmaları” ifadesinden, “insan insanın külüne muhtaçtır” özdeyişinin ortaya koyduğu, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisi şerifinin idraklere sunduğu, “acılar paylaşıldıkça azalır ve etkisini kaybeder, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır ve genişler” anlayışının göz önüne serdiği gibi, insanoğlu tek başına tüm sosyal, kültürel, psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bu ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için karşı ve hemcinsleriyle birlikte yaşama ihtiyacı vardır. İnsanoğlu bu boyutuyla kompleks ve mükemmel bir sosyal canlıdır. Varlığı özünden önce gelen bu kompleks canlı, kendisini gerçekleştirmek için özünü bulma çabası içerisine girecek, sosyalleşme sürecinde sağlam adımlarla ilerleyecek, çevreye yaratılışın amacına uyum sürecinde daha başarılı olacaktır.

 

Bireyin sosyalleşme sürecinin temel argümanları toplumsal açıdan önemli olan hısımlık, akrabalık, komşuluk hak ve hukuk bağları, topluluktan millet olma şuuruna yükselten, bireyi disipline ederek toplumun sağlıklı inşasında rol almasını sağlayan toplumsal değer ve normlardır. Bu değer ve normların tamamı temel insanlık ve millet olma değerlerini yansıtmaktadır. Bu değerler, toplumsal miras olan kültürel yapılar olarak kuşaktan kuşağa geliştirilerek aktarılıp benimsenen ve  içselleştirilerek yaşam biçimine dönüştürülmektedir. Ana taşıyıcı İslâm inanç ve felsefesidir. Bu ortak değerlerin toplamıyla şekillenen millete aidiyet duygusu geliştiren bireylerin genetik yapıları da, işte bu değerlerin inkişafıyla biçimlenmektedir. Bu değerlere yapılan müdahalelerin arka plânında o genetik yapının tahribatı yatmaktadır. Böylece aidiyet duygusunun yok edilmesiyle bir yüce değere bağlılık ortadan kalkacak ve sanki amaçsız olarak tesadüfen bir araya gelen başı ve sonu boş  kalabalıkları oluşturan bireyler sonu görünmeyen karanlık delhizlere doldurulacaktır. Çünkü bu sahne oyunlarının senaristleri bu noktayı çöküşün ve yok oluşun başlangıcı olarak görmek istiyorlar. Ancak her çöküşün ve darlığın yeni dirilişleri ve ferahlıkları beraberinde getireceğini akıllarına getiremiyorlar. Bizim ALLAH’ın plânlarının tüm plânlara galabe çalacağına olan inanç ve güvenimiz tamdır. Bu inanç ve güven daha fazla mücadele azim ve kararlılığı vermelidir. Hedefleri bir bir gerçekleştirenler her zaman daha fazla çalışanlardır.

 

Her toplumu meydana getiren sosyal kurumlar arasında ailenin önemi de işte bu değerlerin içselleştirilmiş olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Çünkü kurumsal düzeyde eğitimin itici gücünü de arkasına alan ve aile kurumunun her alanda en temel önkoşul değerleri olan; eğitici sosyal, psikolojik ve kültürel desteğini kazanan bireyler, diğer sosyal kurumların varlık gerekçesi olan girdileridir. 21. yüzyıl toplumsal yapısını yakından meşgul eden temel sorunda bu faktörlerin nitelikli varlığı veya yokluğu  ile yakından ilişkilidir. Daha geleneksel toplumlarda bu temel değerlerin daha işlevsel halde bulunmasının; sosyal ilişkilerde daha sıcak, menfaate dayanmayan ve çıkar hesabı yapılmayan etkileşim süreçleri geliştirdiği anlaşılmaktadır. Günümüzde bu ve benzeri değerler azaldıkça arzu edilen diğer sosyal etkileşimlerde gerçekleşememektedir. Özellikle İbni Haldun ve diğer sosyologların toplum tanımlamalarında, vurgulamaya çalıştığım ilişkiler daha detaylı olarak belirtilmiştir. Batı liberal felsefesinin referans kaynağı olan birey algısının İslâm inanç ve felsefesini benimseyen toplumsal yapılara fazla uymadığını belirten İbni Haldun, burada bireyden ziyade şahsiyet olunması üzerinde durmaktadır. Çünkü birey kendi değerlerini kendi varlığıyla özgürleşme adına inşa ederken, daha tepkili ve isyankâr, şahsiyet ise sahip olduğu kültür ve değerler boyutuyla sahip olduğu özgürlük alanı çerçevesinde, biz algısını ben algısının önüne alarak sonu gelmeyen isyan ve baş kaldırıları disipline etmektedir. Elbetteki baş kaldırı ve isyanlar olacaktır. Ancak hedef, Hakkı batılda boğmak, doğruyu yanlışla hizaya getirmek, doluyu boşla etkisizleştirmek, hizmeti zulümle dengelemeye çalışmak, ister somut ve ister soyut olsun eşya ve tüm varların korunumu ilkesini gözardı ederek varları yoklaştırmaya çabalamak olmamalıdır. İşte 21.yüzyılın getirdiği temel küresel sorunlardan birisi de budur. Aslında bu sorun derinlemesine incelendiği zaman, birey ve toplumu sarsarak insanı kâmil olma seviyesine ulaşıp, erdemler bütününü içselleştiren şahsiyet ve bu şahsiyetlerin oluşturduğu toplumların diğer sorunlarının da farklı boyutlarda kaynaklarını oluşturduğu kolaylıkla anlaşılacaktır.

 

Düşünebiliyormusunuz; insan olma ayrıcalığının getirdiği statü ve roller kapsamında sosyal sermayenin inşası ile ilgili sorumluluklarını unutarak, yükünü hafiflettiğini düşünüp kaynağı belli olan değer ve normlarını birer birer kalplerinden ve sırtlarından atan zavallılar, daha fazla özgürleşme adına yok ettikleri kendi varlıklarını  saklamak için, tüm varların sahibi olan o mutlak varı yok sayabilmektedirler. Bu zavallılar, kendi öz varlıklarının temelinin yokluk olduğunu  kavrayacak donanıma sahip değillerdir. Kendilerinin yarım yamalak bildiklerinin kölesi ve bilmediklerinin bilinmezleri olduklarını anlayana kadar bu tür zırvalara devam edeceklerdir. Çünkü onların yok saydıklarının varlarından oluşan varlık alemine tutunma argüman ve çareleri bunlardan ibarettir. Bu ilkel inkâr düşüncesini benimseyen işlenmemiş ham hayal bezirgânları, var saydıklarının zamanı geldiğinde gerçekleşecek yokluklarını ne izah edebilmekte ve ne de engelleyebilmektedirler. Bu durumun farkına vardıklarında ise, kendilerinin genel kabullerini irdeleyen ve zaman zaman sarsan akıl merkezini ve onun veri toplayan duyusal unsurlarını ancak uyuşturup sarhoş etmektedirler. Bu sarhoşluk döneminin kendilerine rahat bir nefes aldırdığını hissetselerde, her uyanışta varlık bedenlerini kuşatan stres ve zavallılık sendromunu yaşarlar. Onların özgürlük anlayışları, başkalarınınkini kısabildikleri ölçüde temellenmektedir. Öyleya hep mutlak varları yok sayarak, mutlak yokluklarını vara dönüştürme çabası içerisinde olduklarından her alanda aynı şablonu kullanıyorlar. Fikirleri atlayıp şahıslar üzerinden fikirleri çürüteceklerine inandıkları için, sürekli kişisel davranışlar üzerine odaklaşarak yol almaya çalışıyorlar. Kendilerine o yolu vermeyenlerle karşılaştıklarında, en seri şekilde soytarılık yoluna dalarak yaratacakları riskleri satın almaya başlarlar.

 

Sonuçta toplumsal yapıyı derinden sarsan değerler erozyonu diğer tüm sosyal kurumların altını üstüne ve içini dışına çıkarmakta ve millet olma şuur ve yapısını geniş, amaçsız, etkisiz halk yığın ve grubuna dönüştürmektedir. Tam bu noktada da artık dış kaynaklı müdahale ve yönlendirmeler başlamaktadır. Toplum olarak içerisinde bulunduğumuz sıkıntı ve sorunların kaynakları buralarda aranmalıdır. Her toplumda yaşanan değerler erozyonu özellikle yönetenin etrafına yığılan soytarılar ve dalkavuklar nezdinde daha fazla hissedilmektedir. Bu soytarıların sloganı olan; “Padişahım Çok Yaşa” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, esas yaşatılmak istenen şey; oturtuldukları yağlı koltuk ve kucak sahiplerinin kendilerine sundukları imkân ve fırsatlardır. Çünkü padişahın ölümü o fırsatların da ölümü olacaktır. Sonuçta kader cihetinde gerçekleşen şey ise asıl ölenin yani kralın kendisinin olmasıdır. Soytarılar ve dalkavuklar sadece aldıkları kadar krala veya sultana verme şansına sahiptirler. Bir Osmanlı Padişahının parayla tuttuğu bir soytarısına sürekli arkasından; padişahım senden büyük ALLAH var dedirtmesinin manası iyi anlaşılmalıdır.


Sevgili dostlar, aziz okuyucularım; anladım sizleri biraz yordum. İsterseniz gelin konuyla ilgili olarak birazda sevgili Teyo Pehlivanımıza kulak verelim. Aralanan kapılardan içeri girip Pehlivanın hayal dünyasına varalım ve normal yaşamın imkânsızlarının o’nun imkânsızı mümkün kılan felsefesinde nasıl şekilleneceğine bakalım.

 

A.O.E. “-Yahu Teyo Pehlivan hani sen bizim akıllı adamımızdın! Hep sıkıştığımızda sene danışirdıḫ. Herşeyi de maşallah bülirdın. Ama bu akil adamlar listesinde yoksun. Yoksa bizi hep gandırdınmı!”

 

T.P. “-Tev bayılim sene. Ne bülirsen olmadığımi? Liste bene geldi ama baḫdımki onların aḫılları asli aḫıl değil nakli aḫıl! Oturdum düşündüm ve katılmaktan vaz geçtim. Hani ben daha önce bu arabesk müziğin bizim öz Türk sanat ve halk müziğimizi dejenere ettiğini söylemiştim. Bilirsiniz müziği ve kültürü dejenere edilen toplumlar zaman içerisinde milli değer ve kültürel özlerinden uzaklaşırlar. Şimdi gelinen bu noktada epey bir neslin o potaya sokulduğu anlaşılıyor. Şimdi onların aḫıllı adamı kim olur?.. Hadi söyle baḫalım benmi olurum?.. Yaa.. niye dilin yuttun… Aladınmı niye olmadığımı!.. Peki sene bir soru daha; bu ülkede sahne oyunlarının başlangıcına gidelim. Kimler hangi oyunları ne maksatla sahneye koyuyordu?..  söyle söyle çekinme yanındayım. Neden aile yapımız bu hale geldi?.. Haa.. şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Biz oralarda olmayınca onlar doldurdu ve iyi rol yapmayı öğrendikleri için mecburen onlar yeni oyun kurucular olarak seçildiler. Niye gocunirsız?.. Öbürleride aynı. Senın yukarıda yazdığına benzer simalar bu iş için soyunmuşlar. Dıgget et ḫoca ele soyunup geyinmek ve geyindikten sonrada tekrar yeni işlere soyunmak golay değildir. Olsun onlarda bizim insanlarımız ne yapalım dışarımı atalım. Her birşeyi bizden daha iyi bildikleri anlaşılıyor. Hem de toplumun içerisinde her türlü insan var. Yani onların bu konularda diyecekleri olmasınmı? Vallaha ḫoca ben aladımki gardaş onlar bizden daha fazla izlenir ve dinlenir. Baḫ ḫoca demekki vatandaşın bunada ihtiyacı var. Ya haşa haşa onlar olmasa bu gençler ne yapacaḫ! Gardaş beni ne yapsınlar. Ne hoşça vakit geçirtebilirim ve nede neşelerine neşe katabilirim. Herhalki anlamışsandır”.

 

A.O.E. “-Vallaha Teyo gardaş seni şimdi anladım. Demekki hakkımıza hayırlısı bu imiş. Sağolasan daha bu meseleye gimiyecem. Bana eyvallah. Birdahaki sefere görüşmek ümidiyle”.

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler güzel sözler deneme bonusu veren siteler