Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

NİZAMI ALEM ÜLKÜSÜNÜN ARADIĞI ŞAHSİYETİN KAPİTALİST SİSTEM İÇERİSİNDE GEÇİRDİĞİ BİREY OLMA BUHRANLARI!..

Küreselleşme olgusunun insanlığa yaşattığı somut durumlar olan olaylar kaçınılmaz olmakla beraber, eğer gereken hazırlıklar ve ortaya çıkacak olumsuzlukları önleyici karşı tedbirler alınmaz ise, sürdürülebilir ve tahammül edilebilir de olmadığını ifade etmekte sakınca yoktur. İnsanlığın bugün itibariyle gelmiş bunduğu zaman ve düzen boyutunda yaşadığı bireysel ve toplumsal buhranlar demek istediğimizi açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu nasıl ifade ederseniz edin, netice olarak insana kalan da tükenmişlik ve öğretilip kabul ettirilmiş çaresizliklerdir. Buradan ötesi aranan ancak bulunsa da kurtarmayan kurtarıcılardır. Çünkü bunu büyük bir hevesle bekleyen ve o formattaki kurtarıcıların her şeyden ve her değerden önce, Hak ve Adaletten ayrıştırarak kendilerince daha yücelere çıkarıp kurtarmaları gereken egoları ve hatta süper egoları vardır. Ancak ondan sonra iş yapabilirler. Onlar Haktan ayrıldıktan ve çok yücelere çıktıktan sonra kendileri üstte, hak ve Adalet ise yerlerdedir. Onlar öyle firavunlaşırlar ki, Hakkı bile tutup ayağa kaldırabileceklerinden dem vururlar. Bilmezler ki ancak Hakka tutunularak ayağa kalkılabilir. Gerisi boştur ve angaryadır. Hak Allah’ın adıdır ve “O” “Mütekebbirdir”. “O”nun azametli yüceliği karşısında naylon/sentetik yüceliklerin hiçbir cazibesi ve tarifesi olamaz. Ancak “O”nun ipine tutunanlar yine kendi boyutları ölçüsünde ayağa kalkabilirler ve bu yönde geliştirecekleri anlayışlar ölçüsünde İbni Haldun’un deyimiyle şahsiyet olurlar ve özgürleşirler. İşte bu özgürlük; başka bir güce, makama ve bedene haz veren nefsi arzulara kul olmama özgürlüğüdür. Onun için sosyoloji biliminin kurucularından olan İbni Haldun; şahsiyeti ararken, batı liberal felsefesinin üretimi olan birey tanımlamasının bize uymayacağını belirtiyor. Birey batı toplumlarında yaşanan din, siyaset, bilim, birey ve toplum arasındaki güç mücadelesi sonucunda ortaya çıkabilmiş ve bir yerde Niçe’nin felsefesine benzer şekilde kendisini sınırladığını düşündüğü tüm değerlere karşı bir duruş geliştirmiştir. Batı toplumları açısından o dönem itibariyle doğal bir süreç olduğu düşünülebilir. Fakat İslâm inanç sistemini ana kaynakları çerçevesinde doğru anlayan toplumlarda bireysel/kişisel düzeyde bir irade ve bu iradeyi kendisine verilen beden teknolojileri boyutunda kullanma özgürlüğü vardır. Bu özgürlüğün getirdiği sorumluluğu da vurgulamamız gerekir. İbni Haldun’un aradığı şahsiyeti ihmal ederken, yerine ikame ettiğimiz bireyle sorun yaşamaya başladık. Sanıyorum bireyi güç, şehvet, şan, şöhret, makam ve para gibi tapınaklara kulluk etmekten kurtarıp özgürleştiremedik. Öyle değil mi!.. şu an gençlerimizin temel sorunlarından birisi bu değil mi!.. Çok özet olarak söyleyelim; çocuklarımız ve gençlerimiz herhangi bir olumsuzluğa hayır diyemiyorlar. Hayır’ı dedikten sonra bu hayır’ın gerekçesini ortaya koyup alternatifler üretemiyorlar. Terör olayları konusunda da benzer durumlar söz konusu olabilir. Gerçekten terör örgütü mensupları ile ilgili yapılacak sosyolojik ve psikolojik araştırmalar, değerler nezdinde bir isyan ve başkaldırı hareketi olduğunu gösterecektir. Örgüt mensupları arasında özellikle Hıristiyanlık, Zerdüşt ve Marksist anlayışların gelişmesi böyle bir karşı duruşu göstermektedir. Bireyleri bu buhranlardan koruyacak eğitim programlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü vurgulamaya çalıştığım sıkıntıların ilacı eğitim sistemiyle bireylere kazandırılacak değerlerdir. Eğitim programlarının çağdaş anlamda temelini oluşturan ilerlemecilik ve yeniden kurmacılık eğitim felsefesi akımları da buna ışık tutmaktadır. Eğitim sistemleri çerçevesinde bunu başaramayan toplumların yaşadıkları kaos ve buhranlar ortadadır. Bankadan kullandığı kredi kartının borcunu yatırmak veya başka bir bankacılık işlemi için gişelerin önünde ışıklı numaratörlere adeta bağlanarak saatlerce ayak üstü bekletilen insanların hepimiz için söylüyorum; 10 çalışan gişe memuru yerine 2 gişe memuruyla güya kamu hizmeti verenlerin karşılarındakilere artık şahsiyet mi yoksa birey olarak mı baktıklarını ben bilemiyorum. Ancak ben o durumda kendi kendime nasıl baktığımı çok iyi biliyorum. Elbette ki diğer kamu hizmeti veren kurum ve kuruluşlar açısından da durum aynıdır. Burada ortaya çıkan iş gücü ve zaman kaybının hesabı yapıldığında durumun çok vahim olduğu anlaşılacaktır. Diğer yandan birey kaynaklı toplumsal duyarsızlaşmanın toplumsal sağlık ve birlikteliği tehdit eden çok önemli bir faktör olduğunu da belirtmek gerekir. Nerede sivil toplum kuruluşları?.. Nerede o insanların iradelerine ipotek koyan sendikalar?.. Nerede o seçim dönemlerinde akşam sabah anketler uygulayan güya araştırma şirketleri?.. Nerede demokrasi kültürü ve insan hakları?.. Bu millete yazık olmuyor mu?.. 21. Yüz yılda yakışıyor mu?.. Bireysel ve toplumsal düzeyde sosyal yaşamın vazgeçilmez kurum ve kuruluşlar boyutuyla da benzer durumlar söz konusudur. Örneğin çok partili demokratik sistem gereği parti il ve ilçe teşkilatları ve yöneticileri kendilerini kendi seçmenlerinin üzerinde, hoşlarına gitmeyenlere git, gidenlere gel diyebilecek erkte görüyorlar. Böyle bir yaklaşımda ne hakka hizmet ve nede halka hizmetten bahsedilebilir. Bu olsa olsa sadece kendisine hizmet olabilir. Hadi millet vekilleri halkın oyu ile seçildiklerinden ne yapalım öyle davranıyor olabilirler!.. Ancak diğerlerinin böyle bir seçilmişlikleri olmadığı halde bu tutum ve davranışların doğru olmadığını herkesin bilmesi gerekir. O makamlar halkın dertleriyle dertlenmek, kamusal sıkıntıların giderilmesi için çaba sarf etmek içindir. İnsanların vurgulamaya çalıştığım zaman kayıpları ve duyarsızlaştırma seansları işte o siyasilerin meseleleri değil midir?.. Yaşanan bu ve benzeri sosyal ve psikolojik olumsuzluklar, sonrasında çok daha travmatik semptomlar ortaya çıkar. Kuyrukta beklemekten usanan vatandaş (birey/şahsiyet) artık kuyruğun en önüne geçme yollarını arar. Yani kendisini oraya geçirecek bir güç arar. Bu güç bir anlamda tapınılacak bir güçtür. Bu tür tapınmaların sonucunda köleleşme olgusu vardır. Çünkü bu manada en güçlüyü buluncaya kadar tapınma ve itaat devam edecektir. Esasında verdikleri göz önünde bulundurulduğunda, kulluk yapılacak en yüce varlık Allah’tır. Ancak ona tapınıldığı zaman diğer sentetik tapınaklara yönelme olmaz ve bunun adı da alabildiğine özgürleşmedir. Çok başarılı kurum yöneticileri de mutlaka bu bilinçtedirler ve tapınak şövalyelerinin farkında oldukları anlaşılıyor. Kuyruksuz yıldızlara ulaşmak temennisiyle…
Ekleme Tarihi: 11 Ocak 2016 - Pazartesi
Ali Osman ENGİN

NİZAMI ALEM ÜLKÜSÜNÜN ARADIĞI ŞAHSİYETİN KAPİTALİST SİSTEM İÇERİSİNDE GEÇİRDİĞİ BİREY OLMA BUHRANLARI!..

Küreselleşme olgusunun insanlığa yaşattığı somut durumlar olan olaylar kaçınılmaz olmakla

beraber, eğer gereken hazırlıklar ve ortaya çıkacak olumsuzlukları önleyici karşı tedbirler

alınmaz ise, sürdürülebilir ve tahammül edilebilir de olmadığını ifade etmekte sakınca yoktur.

İnsanlığın bugün itibariyle gelmiş bunduğu zaman ve düzen boyutunda yaşadığı bireysel ve

toplumsal buhranlar demek istediğimizi açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu nasıl ifade

ederseniz edin, netice olarak insana kalan da tükenmişlik ve öğretilip kabul ettirilmiş

çaresizliklerdir. Buradan ötesi aranan ancak bulunsa da kurtarmayan kurtarıcılardır. Çünkü

bunu büyük bir hevesle bekleyen ve o formattaki kurtarıcıların her şeyden ve her değerden

önce, Hak ve Adaletten ayrıştırarak kendilerince daha yücelere çıkarıp kurtarmaları gereken

egoları ve hatta süper egoları vardır. Ancak ondan sonra iş yapabilirler. Onlar Haktan

ayrıldıktan ve çok yücelere çıktıktan sonra kendileri üstte, hak ve Adalet ise yerlerdedir. Onlar

öyle firavunlaşırlar ki, Hakkı bile tutup ayağa kaldırabileceklerinden dem vururlar. Bilmezler

ki ancak Hakka tutunularak ayağa kalkılabilir. Gerisi boştur ve angaryadır.

Hak Allah’ın adıdır ve “O” “Mütekebbirdir”. “O”nun azametli yüceliği karşısında

naylon/sentetik yüceliklerin hiçbir cazibesi ve tarifesi olamaz. Ancak “O”nun ipine tutunanlar

yine kendi boyutları ölçüsünde ayağa kalkabilirler ve bu yönde geliştirecekleri anlayışlar

ölçüsünde İbni Haldun’un deyimiyle şahsiyet olurlar ve özgürleşirler. İşte bu özgürlük; başka

bir güce, makama ve bedene haz veren nefsi arzulara kul olmama özgürlüğüdür. Onun için

sosyoloji biliminin kurucularından olan İbni Haldun; şahsiyeti ararken, batı liberal felsefesinin

üretimi olan birey tanımlamasının bize uymayacağını belirtiyor. Birey batı toplumlarında

yaşanan din, siyaset, bilim, birey ve toplum arasındaki güç mücadelesi sonucunda ortaya

çıkabilmiş ve bir yerde Niçe’nin felsefesine benzer şekilde kendisini sınırladığını düşündüğü

tüm değerlere karşı bir duruş geliştirmiştir. Batı toplumları açısından o dönem itibariyle doğal

bir süreç olduğu düşünülebilir. Fakat İslâm inanç sistemini ana kaynakları çerçevesinde doğru

anlayan toplumlarda bireysel/kişisel düzeyde bir irade ve bu iradeyi kendisine verilen beden

teknolojileri boyutunda kullanma özgürlüğü vardır. Bu özgürlüğün getirdiği sorumluluğu da

vurgulamamız gerekir.

İbni Haldun’un aradığı şahsiyeti ihmal ederken, yerine ikame ettiğimiz bireyle sorun

yaşamaya başladık. Sanıyorum bireyi güç, şehvet, şan, şöhret, makam ve para gibi tapınaklara

kulluk etmekten kurtarıp özgürleştiremedik. Öyle değil mi!.. şu an gençlerimizin temel

sorunlarından birisi bu değil mi!.. Çok özet olarak söyleyelim; çocuklarımız ve gençlerimiz

herhangi bir olumsuzluğa hayır diyemiyorlar. Hayır’ı dedikten sonra bu hayır’ın gerekçesini

ortaya koyup alternatifler üretemiyorlar. Terör olayları konusunda da benzer durumlar söz

konusu olabilir. Gerçekten terör örgütü mensupları ile ilgili yapılacak sosyolojik ve psikolojik

araştırmalar, değerler nezdinde bir isyan ve başkaldırı hareketi olduğunu gösterecektir. Örgüt

mensupları arasında özellikle Hıristiyanlık, Zerdüşt ve Marksist anlayışların gelişmesi böyle

bir karşı duruşu göstermektedir. Bireyleri bu buhranlardan koruyacak eğitim programlarına

ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü vurgulamaya çalıştığım sıkıntıların ilacı eğitim sistemiyle

bireylere kazandırılacak değerlerdir. Eğitim programlarının çağdaş anlamda temelini

oluşturan ilerlemecilik ve yeniden kurmacılık eğitim felsefesi akımları da buna ışık

tutmaktadır. Eğitim sistemleri çerçevesinde bunu başaramayan toplumların yaşadıkları kaos

ve buhranlar ortadadır. Bankadan kullandığı kredi kartının borcunu yatırmak veya başka bir

bankacılık işlemi için gişelerin önünde ışıklı numaratörlere adeta bağlanarak saatlerce ayak

üstü bekletilen insanların hepimiz için söylüyorum; 10 çalışan gişe memuru yerine 2 gişe

memuruyla güya kamu hizmeti verenlerin karşılarındakilere artık şahsiyet mi yoksa birey

olarak mı baktıklarını ben bilemiyorum. Ancak ben o durumda kendi kendime nasıl baktığımı

çok iyi biliyorum. Elbette ki diğer kamu hizmeti veren kurum ve kuruluşlar açısından da

durum aynıdır. Burada ortaya çıkan iş gücü ve zaman kaybının hesabı yapıldığında durumun

çok vahim olduğu anlaşılacaktır. Diğer yandan birey kaynaklı toplumsal duyarsızlaşmanın

toplumsal sağlık ve birlikteliği tehdit eden çok önemli bir faktör olduğunu da belirtmek

gerekir. Nerede sivil toplum kuruluşları?.. Nerede o insanların iradelerine ipotek koyan

sendikalar?.. Nerede o seçim dönemlerinde akşam sabah anketler uygulayan güya araştırma

şirketleri?.. Nerede demokrasi kültürü ve insan hakları?.. Bu millete yazık olmuyor mu?.. 21.

Yüz yılda yakışıyor mu?..

Bireysel ve toplumsal düzeyde sosyal yaşamın vazgeçilmez kurum ve kuruluşlar boyutuyla da

benzer durumlar söz konusudur. Örneğin çok partili demokratik sistem gereği parti il ve ilçe

teşkilatları ve yöneticileri kendilerini kendi seçmenlerinin üzerinde, hoşlarına gitmeyenlere

git, gidenlere gel diyebilecek erkte görüyorlar. Böyle bir yaklaşımda ne hakka hizmet ve nede

halka hizmetten bahsedilebilir. Bu olsa olsa sadece kendisine hizmet olabilir. Hadi millet

vekilleri halkın oyu ile seçildiklerinden ne yapalım öyle davranıyor olabilirler!.. Ancak

diğerlerinin böyle bir seçilmişlikleri olmadığı halde bu tutum ve davranışların doğru

olmadığını herkesin bilmesi gerekir. O makamlar halkın dertleriyle dertlenmek, kamusal

sıkıntıların giderilmesi için çaba sarf etmek içindir. İnsanların vurgulamaya çalıştığım zaman

kayıpları ve duyarsızlaştırma seansları işte o siyasilerin meseleleri değil midir?..

Yaşanan bu ve benzeri sosyal ve psikolojik olumsuzluklar, sonrasında çok daha travmatik

semptomlar ortaya çıkar. Kuyrukta beklemekten usanan vatandaş (birey/şahsiyet) artık

kuyruğun en önüne geçme yollarını arar. Yani kendisini oraya geçirecek bir güç arar. Bu güç

bir anlamda tapınılacak bir güçtür. Bu tür tapınmaların sonucunda köleleşme olgusu vardır.

Çünkü bu manada en güçlüyü buluncaya kadar tapınma ve itaat devam edecektir. Esasında

verdikleri göz önünde bulundurulduğunda, kulluk yapılacak en yüce varlık Allah’tır. Ancak

ona tapınıldığı zaman diğer sentetik tapınaklara yönelme olmaz ve bunun adı da alabildiğine

özgürleşmedir. Çok başarılı kurum yöneticileri de mutlaka bu bilinçtedirler ve tapınak

şövalyelerinin farkında oldukları anlaşılıyor.

Kuyruksuz yıldızlara ulaşmak temennisiyle…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler güzel sözler deneme bonusu veren siteler