Ali Osman ENGİN
Köşe Yazarı
Ali Osman ENGİN
 

DEĞİŞMESİ İSTENEN SEÇİM YASASI NELERİ DEĞİŞTİRMELİDİR?

Uzun bir süredir her yaklaşan seçim arifesinde gündeme bir seçim yasası değişikliği getirilmektedir. Getirilmek istenen seçim yasası değişikliğinin her nedense sadece bir maddesi bulunuyor, o da seçim barajının düşürülmesi olmaktadır. Seçim barajının düşürülmesi belki birilerinin beklentisi olabilir. Ancak bana göre seçim yasasının değiştirilmesi gündeme getirilirken esas olarak sistemin kendisi masaya yatırılmalıdır. Yaşanmış ve yaşanmakta olan yaşantı ve tecrübelerden yola çıkılarak mevcut seçim sisteminin başından sonuna kadar işleyişi üzerinde durulması zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir. Bu gün ülkemizin ve aziz milletimizin içerisinde bulunduğu açmazların temelinde bu çarpıtılmış siyasi yapı ve seçim yasası bulunuyor. Bilindiği gibi, her toplumu meydana getiren temel toplumsal kırım ve yapılar vardır. Bu kurumlardan birisi de siyaset kurumudur. Aile, eğitim, ekonomi, din  gibi diğer kurumlarla beraber siyaset kurumu da bir birleriyle etkileşim içerisindedirler. Bu kurumların herhangi birisinde gerçekleşen gelişme, diğer kurumları da zorlayıp  geliştirdiği zaman sağlanacak dengeler çerçevesinde toplumsal ilerleme adına değişimden bahsedilebilir.                 Siyaset kurumu üzerinde oynanan oyunlara dayanamamış ve yenik düşmüştür. Herkes kendi çıkarını toplumsal çıkarların önüne koyarak siyaseti yönlendiriyor. Siyasetçilerde aynı şekilde bir kere işin başına geldikleri zaman, derileri büzülüp belleri kamburlaşıncaya kadar ve hatta dahası ölünceye kadar altlarına serilen postlarına yapışıp kalıyorlar. BU asla bir gelişim ve tekamül adına değişimin ifadesi değildir. Sadece değişmemenin hatta geriye doğru değişimin yani irticanın ayak sesleridir. Böyle kronik bir hastalığın devam edebilmesi için o kurtlanan postları sırtlarında taşıyacak siyaset taşeron ve çalışanlarına ihtiyaç vardır.  Çünkü bunların hepsinin ekmeden biçmeleri, okuyup eğitimini almadan yeni ve daha güçlü statüler elde etmeleri, bu statülerin olağan üstü rolleriyle daha da üst düzeyli statülere erişilmelidir. Ancak siyaset kulvarından elde edilebilen bu statüler hem para kaynakları ve hem de nüfuz kaynakları açısından çok zengindir. Buralarda hep vermeden almalar ve alarak vermeler vardır. Verilenlerdense alınanlar daha anlamlı ve her açıdan değerlidir. Kısacası tavuk verilen yerden kaz gelmektedir. Bu bir alavereden öte, tam bir dala veredir. Ya da sarraflardan verelerin her tarafı kolaçan edebilecek düzeyde bakan yani bakabilenlerin alalarından oluşuyor. Artık elde, ayakta, eldivende ve çorapta yığılanlar için yükü daha rahat sırtlanabilecek cesaret ve güçteki hayırlı, mayırlı gençlerin dallarına vereler başlar. Dolayısıyla bu durumlar tam tamına alavereler ve dalaverelerden oluşuyor!.. Her ne kadar dalına verilenler taşıyıcılık ve dağıtıcılığı iyi becerseler de,  bir yerde yorgunluk zuhur ediyor ve eldivende, çorapta olanlar ortalığa saçılıyor.                 Aziz dostlar, bütün bunlar sadece sonuçlar olarak değerlendirilmelidir. Asıl önemli olan ise bu sonuçları hazırlayan sebeplere ulaşıp, onlara gereken müdahaleleri zamanında yaparak olası sonuçları daha istendik ve beklendik yapabilmektir. Sebep siyaset kurumundaki çürüme ve yozlaşmadır. Toplumumuz öyle bir hale gelmiştir ki, hemen hemen herkes en uzun atlamalarla bir yerlere gelmek için mutlaka siyaset tezgâhında birileri için dokunan bez veya siyasetçilerin çiğneyecekleri yolluklara desen olmak gereğini ve zorunluluğunu kabullenmiştir. En alt düzeyde bir kamu görevi için belli bir eğitim almış olmak veya gerekli donanıma sahip olunmak gerekirken, ne hikmetse anasından esen, babasından tezen herkes siyasetçi olabiliyor. Kısacası alın teri akıtıp, göz nuru tüketmeyi gerektiren başka hiçbir şey olamayanlar, biraz önce ifade ettiğim gibi hazır bekletilen birkaç tezgâhtan geçirildikten sonra rahatlıkla siyasetçi olabiliyorlar. Hatta işçi kardeşlerimiz siyaset yapabilirken ve sendikal güvenceleri daha yoğunken, daha entelektüel düzeyde eğitim almış olan devlet memurları için bu serbestlik yoktur. Burada gizlenen gerekçelerin de çok iyi analiz edilmesi gerekir. Sanıyorum mevcut yapının ürettiği gösteriş toplumunun, günümüzün post modern siyasetçileri için imaj yapıcılar tarafından üretilen yeni ve sahte imajlar istikamet çizmeye devam ederken, onları asıl kaygılandıran faktörün bu görevlere talip olma ihtimalleri olabilecek daha entelektüel birikimli insanlar olduğu anlaşılıyor. Yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran siyasi otoritenin il ve ilçe teşkilatlarında aktif görev almak, çıkar ve gelir kapılarını sonuna kadar açmış olmak anlamına gelir. Artık o kapılar sistem çökünceye kadar açık kalacaktır. Kariyerinin en üst noktasına gelmiş bir akademisyendense ilkokul mezunu bir iktidar partisi il veya ilçe yöneticisi daha etkili ve her açıdan daha güçlüdür. Hatta bazen ipler de onların elindedir. İsterseler, “ga” desende ipi çekerler, “gı” desende yine ipi çekerler. Sevgili dostlar gerçekten öyle değil mi?.. Genel olarak parti il ve ilçe yönetimleri adaylar konusunda daha etkili değiller mi? Adamlar; “bana rağmen belirlenecek adaylarla kazanacağımıza, bizim belirleyeceğimiz adaylarla kaybetmek daha iyidir” demiyorlar mı?.. Maalesef hep böyle olmasına rağmen, ortalarda sorumluluk üstlenen de kalmıyor.  Öyleyse il ve ilçe yöneticilerinin bu yapılarına müdahale edilmelidir ve seçim yasası tüm bu durumlara müdahale edecek düzeyde değiştirilmelidir. Mutlaka her bir görevin standartları ve yeterlikleri belirlenmeli ve o standartlara göre statüler elde edilebilir olmalıdır. İl ve ilçelere gönderilen veya o il ve ilçelerde herkes için faydalanılabilir olması gereken hizmetlerin kimler arasında pay edildiği araştırıldığında, bu yandaş halkalarının durumları çok net olarak anlaşılır. Öyleyse seçim yasası olarak yapılması gereken en temel değişikliklerden birisi işte bu durumun düzeltilmesidir. Daha doğrusu herkes haddini bilmelidir. Bu durum siyasetçinin de hoşuna gidiyor. Çünkü o çıkar yandaşlığı olan insanlar kendi hakları olmadan elde edecekleri kazanımları elde edebilmek için siyasetçilere sorgusuz ve mutlak itaat etmek zorundadırlar. Siyasetçiler de bu durumun farkındalar. Onlar için de sorgusuz ve sualsiz itaat edilmesi gururlarını okşar. Buna her durumda ihtiyaç duyarlar. Vicdanları köreldiği için gurur ve egolarını tatmine başlarlar. Siyasetçi ve seçmen arasındaki bu ahbap çavuş ilişkileri açısından da seçim yasası yeniden gözden geçirilmeli ve belli ilke ve yöntemlere bağlanmalıdır. Siyasi otorite ve erke daha yakın olan sıradan insanlar bile değirmenlerine su taşımayan insanları devlet hizmetlerinden yararlanmalarının önünü kesebilmektedirler. Sevgili dostlar böyle bir siyasi düzende toplumsal kalkınmadan bahsedilebilir mi? Evrensel insani değerlere ulaşmadan dem vurulabilir mi?.. Bu ahlâksızlık, fırıldaklık, alavere ve dalaverelerin başat değerler olduğu sosyal süreçlerde; geçmişten günümüze süzüle süzüle gelen ve toplumsal değer ve normları simgeleyen kültürel miras değerlerin yeni kuşaklara aktarılması düşünülemez. Gençlerimizi bütün insanlığa atalarının yaptığı gibi yeni bir medeniyet inşasına yönlendirecek tarihsel bakış ve tarih bilincinden bahsedilemez. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” felsefesi inşa edilemez. “Veren el alan elden üstündür” bakışı davranışlarımızı şekillendiremez. Yüz yüze samimi ve çıkar hesaplarına dayanmayan ilişkilerin şekillendirdiği, toplumsal sorunların en asgariye indirildiği pozitif toplumsal yapıya asla ulaşılamaz. Zaten şu anda yaşadığımız toplumsal sorunların da temelinde bu olumsuzluklar bulunuyor. Halk sadece kendisine dayatılanlar üzerinden tercihlerini yapmak zorunda kalıyor. Seçenekler oldukça sınırlıdır ve hepsi dayatanların alternatifleridir. Özellikle siyaset kurumunun dayatmaları daha çok süslenip püslenen adaylar noktasında yoğunlaşıyor. Çünkü ancak böyle dayatılan adaylarla seçmen ve halka rağmen siyasi kararlar alınabilir.                 Seçim yasası elden geçirilirken bu mevzuda da acil önlemler alınmalıdır. Mutlaka her dönem aday yoklamaları yapılmalı ve aday yoklamasına her vatandaşın katılma ve aday adayı olabilme hakkı ve hukuku olmalıdır. Aday adaylıkları için görevden istifa ve belli bir oranda istenen paralara da son verilmelidir. Eğer böyle olmazsa siyasetin sadece parası olanın işi olacağını ifade etmek gerekir. Şu ana kadar da hep öyle olmuştur. Parası olanlar düdükleri çalmışlar, ya da yine onların düdükleri çalınmıştır. Ondan sonra da çalınacak düdük müdük de kalmamıştır. Hırsızlara beyler bile borçlu kalmıştır. Diğer yandan vatandaş seçmen olarak verdiği oyunun kontrolünü elinde tutamamaktadır. O yetki devri yapıldıktan sonra artık tek otorite ve yetkili seçilen olmakta, seçenin herhangi bir hükmü kalmamaktadır. Sanki seçmen kendi yarattığı putlara tapınmak zorunda bırakılıyor. Seçmenin kendi seçtiğini beğenmediği, ya da seçilmişin seçilme hakkını seçmen nezdinde kaybettiği durumlarda alaşağı edebilmelidir. Seçileni emrine girdiği otorite dışında kontrol mekanizması yoktur. Sadece seçimden seçime alanına inen ve hazır kıta yandaşlarla hasbihal olan gösteriş siyasetçilerinin de, hak ettikleri durumlarda önleri kesilmelidir. Ne yapalım önsüz mönsüz kalırlarsa da bir çaresini bulmak gerekir. Aziz dostlar işte seçim yasası bu noktalardan hareketle değiştirilmelidir. Yoksa sadece seçim barajına takılarak durumu dillendirmenin uzun vadede bir anlamı da olmayacaktır. Çünkü sadece seçim barajının düşürülmesi veya ortadan kaldırılması vurgulamaya çalıştığım olumsuzlukları ortadan kaldırmayacak ve belki daha şiddetli bir halde ortaya çıkarmaya devam edecektir.                 Toplumsal birlik ve beraberliği kökünden sabote ederek yerinden söken durumların başında da siyasi otoriteye yandaş olarak hak edilmeyen, emek verip alın teri akıtılmadan haneye kaydedilen menfaat ve çıkar hesaplarının geldiği söylenebilir. Burada şekillenen klikler arasında yaşanan husumetler veya yaratılmaya çalışılan çatışma olguları, hizmet verme, sahip olunan alın teri ürünü statülerin ideal roller olarak gereğinin yapılması, hak edilmeden elde edilenlerin toplumun diğer kesimlerinin de ortak oldukları kazanımları adil paylaştırma adına yapılmamaktadır. Eğer böyle olsa, bunun adına hizmet yarışı demek gerekir. Ötekileştirme çabalarının temelinde yatan; hak etmeden kendi payına düşenleri çoğaltma çabasından başka bir şey değildir. Bu ayrıştırıcı yandaşların ahlâkları çökmüş, inandıklarını ima ettikleri tüm değerleri ve normları normal standartlar dışına taşmış, dişleri kolayca kana battığı için her yeri ve her canlı varlığı boğazlanacak koyun gibi görmektedirler. Bunların  hak ve adalet anlayışları ise mülkün adalete temel olması gibidir. Güya dünyanın her tarafında insanlığa demokrasi götürdüklerini söyleyen küresel emperyalistlerin bizdeki gibi toplumsal ayrıştırmaya dönük siyaset zeminleri yoktur. Ya insanlarını eşitlik ve adalet ilkelerine bağlı hale getirebilmişler, ya da gerçek demokrasiyi kendi halkları için işler hale getirmişlerdir. Amerika Birleşik Devletleri bin bir çeşit farklı etnik kökenlerden gelen insanlarını hukukun hakim olduğu sosyal devlete tam vatandaşlık ekseninde birleştirebilmiştir. Orada herkes; “her şey Amerika için” sloganını büyük bir gurur ve özgüvenle haykırabilmektedirler. Onların eğitim sistemlerinden geçenler, ortaklık ekseninde milli değerlere isyan edip; “devlet olmasa da olur” diyemezler. Bırakın içeriyi dışarıda bile devlete yan gözle bakanların gözlerine mil akıtmaktadırlar. Siyasi iktidarlara yandaşlık yapmak için kendi insanının haklarını gasp etmezler. Bu tür davranışları sadece kendi insan hak ve onuruna yakıştırmazlar. Buna yönelenleri de toplumsal vicdana havale ederek oralarda mahkum ederler.                 Eğer sıradan bir kamu çalışanı veya yine yasama, yürütme ve yargı erklerinden herhangi birisine yakınlık ruhsatını kaçak yollardan da olsa almış gösteriş baronlarının, eskiden ALLAH’ ın evi ibadethanemiz camilerimizin imamları diye bildiklerimizin yerlerine artık yeni statüleri çerçevesinde kurum imamlarının  kamusal alanları temelde siyaset adına yönetmeye başladıkları söyleniyorsa, burada ya din siyasete alet edilmiştir, ya da siyaset dine taşıyıcı alet edilmiştir. Her ikisi de dinin ve siyasetin ruhuna aykırıdır. Sonuç rahatsız edicidir. Bu rahatsızlıklar iyiden iyiye hissedilmeye de başlanmıştır. Siyasiler hiçbir durumda ve zamanda ayrıştırıcı söylem ve tasarımlar peşine takılamazlar. Hele yasama ve yürütme erklerini elinde tutan siyasi otorite böyle söylemlere hiç ama hiç yönelmemelidir. Böyle bir yönelişin sonucu en etkili zararı o hedef kitleye verecektir. Siyaset tarihinde bu örnekler çok yaşanmıştır. Siyasi liderlerin öne çekip kendilerince yüceltmeye çalıştıkları hedef kitleler, tam aksine her türlü saldırıya açık hedefler haline gelmişlerdir. Yıllarca mağduriyetler yaşanmış, eğitimleri haksız yere engellenmiştir. Esasında bu durum sosyolojik bir olgudur. Bu tür üzerlerinde oynanan kitlelerin gururları okşansa da, hemen o anda karşıt bir kitle oluşmakta, kin ve nefret tohumları toprağa düşmektedir. Bana göre hiç kimse ve hiçbir seçilmiş kitle kendisini siyasete çok ucuz alet ettirmemelidir. Eğer yapabiliyorlarsa, kendilerini bütün bir milletin benimsediği değerler haline getirmelidirler. Böyle bir kazanım hem diğerleri ve hem de kendileri için daha hayırlıdır.                 Yaşanmış çok anlamlı tecrübeler ışığında örnek alınacak durumlar varsa, bunlar bilimsel ortamlarda bilim insanları tarafından tartışılmalı ve alınması gereken dersler alınmalı, model oluşturacak tutarlılıkta davranış biçimleri varsa mutlaka model alınmalıdır. Ancak tekrar vurgulamak istiyorum, kesinlikle siyasete malzeme edilmemelidirler. Ülkemizde çok çeşitli türlerde resmi ve özel eğitim kurumlarının mezunları vardır. Hepsi içerisinde çok yetenekli ve ülkemizin geleceği açısından değerli gençlerimiz vardır. Eğer bu gençler arasında değersizleşenler olmuşsa, onların sorumlusu da yine eğitim kurumu ve sistemi olmuştur. Gençlerimizin hepsini birini diğerine tercih etmeden çok sevmek zorundayız. Hepsi hepimizin geleceğidir. Onları asla ötekileştirmemeliyiz. Kendi çocuklarımız arasında da biraz birisine diğerinden fazla ilgi gösterdiğimizde diğerlerinin yüzleri asılmaya başlıyor ve iç dünyalarında yeni yeni şekillenmeler gözleniyor. Siyasetçilerimizin hangisi olursa olsun, bu tür tutum ve davranışlarını da engelleyecek yasal mevzuatların yine seçim yasası değişikliği çerçevesinde gündeme getirilmesi gerekir.                 Halkın hakemliği müessesesi mutlaka çalıştırılmalıdır. Hiç değilse onları ilgilendiren konularda fikirlerine baş vurulmalıdır. Sevgili dostlar düşünebiliyor musunuz? Eğer halkın hakemliği söz konusu olsa idi; dünyanın en pahalı yakıtını kullanmak zorunda olur muyduk? Yurt içi piyasalarda üretilen araç ve diğer tüketim malzemeleri için vergi olarak aslı kadar astarına da para öder miydik? Zamanı tasarruf etmek ve iş gücümüzü artırmak için araçlarımıza yakıt koymakta zorlanır mıydık? Milletin inancı ve değerleriyle uğraşan sermayedarların devlet kanunlarıyla korunarak üretim yapmaları sağlanabilir miydi? Tabi ki bunların hiçbirisi olmazdı.  İnşallah gerek siyasi otorite ve gerekse diğer siyasi partiler ortak aklı harekete geçirecek ve tüm bu sıkıntıların üstesinden geleceklerdir. Bu çok zor olmayacaktır. Eleştiriler mutlaka yapıcı ve geliştirici olmalıdır. Herkes ve her kesim eleştirilere açık olmalı ve dersler çıkarmalıdır. Doğrular söylenmeli ve yanlışlar eleştirilmelidir.                 Aziz dostlar, tüm bu olumsuzlukların yorduğu insanımızın maalesef demokratik tepki damarları da nasibini almakta ve artık sürü psikolojisine girmektedir. Sabahtan akşama kadar ya kredi kartına olan dönem borcunu yatırmak, ya da her hangi bir bankacılık işlemi için duvarlara asılan numaratörler önünde kolayca saatlerce bekletilmekte ve parasından daha değerli olan zamanının çalındığını dillendirip tepki koyamamaktadır. Üniversite gençlerimizi taşıyan toplu taşım araçlarında yaşananların bu durumdan farkı yoktur. Artık öğrencilerimiz şoförün “yat” komutuyla yattıkları ve “tamam trafik tehlikesi geçti kalk” komutuyla kalktıklarını ibret ve dehşetle izliyoruz. Üniversite yönetimleri bu işlerle uğraşıp kendi öğrencilerinin eğitim ve öğretim hizmetlerini kolaylaştıracak önlemleri almaktan çok başarılı olamamıştır.  Daha çok idari pozisyonlarının bir sonraki döneme yayılması hesapları yapılmakta, performanslarının çoğunu buna harcamaktadırlar. Kendilerini alternatif olarak ortaya koyanlar da benzer şekillerde popülist politikalara takılıp, gerçek sorunlara vurgu yapamamaktadırlar.                 Saygı ve sevgilerimle.                 Doç. Dr. Ali Osman ENGİN
Ekleme Tarihi: 02 Şubat 2014 - Pazar
Ali Osman ENGİN

DEĞİŞMESİ İSTENEN SEÇİM YASASI NELERİ DEĞİŞTİRMELİDİR?

Uzun bir süredir her yaklaşan seçim arifesinde gündeme bir seçim yasası değişikliği getirilmektedir. Getirilmek istenen seçim yasası değişikliğinin her nedense sadece bir maddesi bulunuyor, o da seçim barajının düşürülmesi olmaktadır. Seçim barajının düşürülmesi belki birilerinin beklentisi olabilir. Ancak bana göre seçim yasasının değiştirilmesi gündeme getirilirken esas olarak sistemin kendisi masaya yatırılmalıdır. Yaşanmış ve yaşanmakta olan yaşantı ve tecrübelerden yola çıkılarak mevcut seçim sisteminin başından sonuna kadar işleyişi üzerinde durulması zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir. Bu gün ülkemizin ve aziz milletimizin içerisinde bulunduğu açmazların temelinde bu çarpıtılmış siyasi yapı ve seçim yasası bulunuyor. Bilindiği gibi, her toplumu meydana getiren temel toplumsal kırım ve yapılar vardır. Bu kurumlardan birisi de siyaset kurumudur. Aile, eğitim, ekonomi, din  gibi diğer kurumlarla beraber siyaset kurumu da bir birleriyle etkileşim içerisindedirler. Bu kurumların herhangi birisinde gerçekleşen gelişme, diğer kurumları da zorlayıp  geliştirdiği zaman sağlanacak dengeler çerçevesinde toplumsal ilerleme adına değişimden bahsedilebilir.

                Siyaset kurumu üzerinde oynanan oyunlara dayanamamış ve yenik düşmüştür. Herkes kendi çıkarını toplumsal çıkarların önüne koyarak siyaseti yönlendiriyor. Siyasetçilerde aynı şekilde bir kere işin başına geldikleri zaman, derileri büzülüp belleri kamburlaşıncaya kadar ve hatta dahası ölünceye kadar altlarına serilen postlarına yapışıp kalıyorlar. BU asla bir gelişim ve tekamül adına değişimin ifadesi değildir. Sadece değişmemenin hatta geriye doğru değişimin yani irticanın ayak sesleridir. Böyle kronik bir hastalığın devam edebilmesi için o kurtlanan postları sırtlarında taşıyacak siyaset taşeron ve çalışanlarına ihtiyaç vardır.  Çünkü bunların hepsinin ekmeden biçmeleri, okuyup eğitimini almadan yeni ve daha güçlü statüler elde etmeleri, bu statülerin olağan üstü rolleriyle daha da üst düzeyli statülere erişilmelidir.

Ancak siyaset kulvarından elde edilebilen bu statüler hem para kaynakları ve hem de nüfuz kaynakları açısından çok zengindir. Buralarda hep vermeden almalar ve alarak vermeler vardır. Verilenlerdense alınanlar daha anlamlı ve her açıdan değerlidir. Kısacası tavuk verilen yerden kaz gelmektedir. Bu bir alavereden öte, tam bir dala veredir. Ya da sarraflardan verelerin her tarafı kolaçan edebilecek düzeyde bakan yani bakabilenlerin alalarından oluşuyor. Artık elde, ayakta, eldivende ve çorapta yığılanlar için yükü daha rahat sırtlanabilecek cesaret ve güçteki hayırlı, mayırlı gençlerin dallarına vereler başlar. Dolayısıyla bu durumlar tam tamına alavereler ve dalaverelerden oluşuyor!.. Her ne kadar dalına verilenler taşıyıcılık ve dağıtıcılığı iyi becerseler de,  bir yerde yorgunluk zuhur ediyor ve eldivende, çorapta olanlar ortalığa saçılıyor.

                Aziz dostlar, bütün bunlar sadece sonuçlar olarak değerlendirilmelidir. Asıl önemli olan ise bu sonuçları hazırlayan sebeplere ulaşıp, onlara gereken müdahaleleri zamanında yaparak olası sonuçları daha istendik ve beklendik yapabilmektir. Sebep siyaset kurumundaki çürüme ve yozlaşmadır. Toplumumuz öyle bir hale gelmiştir ki, hemen hemen herkes en uzun atlamalarla bir yerlere gelmek için mutlaka siyaset tezgâhında birileri için dokunan bez veya siyasetçilerin çiğneyecekleri yolluklara desen olmak gereğini ve zorunluluğunu kabullenmiştir. En alt düzeyde bir kamu görevi için belli bir eğitim almış olmak veya gerekli donanıma sahip olunmak gerekirken, ne hikmetse anasından esen, babasından tezen herkes siyasetçi olabiliyor. Kısacası alın teri akıtıp, göz nuru tüketmeyi gerektiren başka hiçbir şey olamayanlar, biraz önce ifade ettiğim gibi hazır bekletilen birkaç tezgâhtan geçirildikten sonra rahatlıkla siyasetçi olabiliyorlar. Hatta işçi kardeşlerimiz siyaset yapabilirken ve sendikal güvenceleri daha yoğunken, daha entelektüel düzeyde eğitim almış olan devlet memurları için bu serbestlik yoktur. Burada gizlenen gerekçelerin de çok iyi analiz edilmesi gerekir. Sanıyorum mevcut yapının ürettiği gösteriş toplumunun, günümüzün post modern siyasetçileri için imaj yapıcılar tarafından üretilen yeni ve sahte imajlar istikamet çizmeye devam ederken, onları asıl kaygılandıran faktörün bu görevlere talip olma ihtimalleri olabilecek daha entelektüel birikimli insanlar olduğu anlaşılıyor.

Yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran siyasi otoritenin il ve ilçe teşkilatlarında aktif görev almak, çıkar ve gelir kapılarını sonuna kadar açmış olmak anlamına gelir. Artık o kapılar sistem çökünceye kadar açık kalacaktır. Kariyerinin en üst noktasına gelmiş bir akademisyendense ilkokul mezunu bir iktidar partisi il veya ilçe yöneticisi daha etkili ve her açıdan daha güçlüdür. Hatta bazen ipler de onların elindedir. İsterseler, “ga” desende ipi çekerler, “gı” desende yine ipi çekerler. Sevgili dostlar gerçekten öyle değil mi?.. Genel olarak parti il ve ilçe yönetimleri adaylar konusunda daha etkili değiller mi? Adamlar; “bana rağmen belirlenecek adaylarla kazanacağımıza, bizim belirleyeceğimiz adaylarla kaybetmek daha iyidir” demiyorlar mı?..

Maalesef hep böyle olmasına rağmen, ortalarda sorumluluk üstlenen de kalmıyor.  Öyleyse il ve ilçe yöneticilerinin bu yapılarına müdahale edilmelidir ve seçim yasası tüm bu durumlara müdahale edecek düzeyde değiştirilmelidir. Mutlaka her bir görevin standartları ve yeterlikleri belirlenmeli ve o standartlara göre statüler elde edilebilir olmalıdır. İl ve ilçelere gönderilen veya o il ve ilçelerde herkes için faydalanılabilir olması gereken hizmetlerin kimler arasında pay edildiği araştırıldığında, bu yandaş halkalarının durumları çok net olarak anlaşılır. Öyleyse seçim yasası olarak yapılması gereken en temel değişikliklerden birisi işte bu durumun düzeltilmesidir.

Daha doğrusu herkes haddini bilmelidir. Bu durum siyasetçinin de hoşuna gidiyor. Çünkü o çıkar yandaşlığı olan insanlar kendi hakları olmadan elde edecekleri kazanımları elde edebilmek için siyasetçilere sorgusuz ve mutlak itaat etmek zorundadırlar. Siyasetçiler de bu durumun farkındalar. Onlar için de sorgusuz ve sualsiz itaat edilmesi gururlarını okşar. Buna her durumda ihtiyaç duyarlar. Vicdanları köreldiği için gurur ve egolarını tatmine başlarlar. Siyasetçi ve seçmen arasındaki bu ahbap çavuş ilişkileri açısından da seçim yasası yeniden gözden geçirilmeli ve belli ilke ve yöntemlere bağlanmalıdır. Siyasi otorite ve erke daha yakın olan sıradan insanlar bile değirmenlerine su taşımayan insanları devlet hizmetlerinden yararlanmalarının önünü kesebilmektedirler. Sevgili dostlar böyle bir siyasi düzende toplumsal kalkınmadan bahsedilebilir mi? Evrensel insani değerlere ulaşmadan dem vurulabilir mi?..

Bu ahlâksızlık, fırıldaklık, alavere ve dalaverelerin başat değerler olduğu sosyal süreçlerde; geçmişten günümüze süzüle süzüle gelen ve toplumsal değer ve normları simgeleyen kültürel miras değerlerin yeni kuşaklara aktarılması düşünülemez. Gençlerimizi bütün insanlığa atalarının yaptığı gibi yeni bir medeniyet inşasına yönlendirecek tarihsel bakış ve tarih bilincinden bahsedilemez. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” felsefesi inşa edilemez. “Veren el alan elden üstündür” bakışı davranışlarımızı şekillendiremez. Yüz yüze samimi ve çıkar hesaplarına dayanmayan ilişkilerin şekillendirdiği, toplumsal sorunların en asgariye indirildiği pozitif toplumsal yapıya asla ulaşılamaz. Zaten şu anda yaşadığımız toplumsal sorunların da temelinde bu olumsuzluklar bulunuyor. Halk sadece kendisine dayatılanlar üzerinden tercihlerini yapmak zorunda kalıyor. Seçenekler oldukça sınırlıdır ve hepsi dayatanların alternatifleridir. Özellikle siyaset kurumunun dayatmaları daha çok süslenip püslenen adaylar noktasında yoğunlaşıyor. Çünkü ancak böyle dayatılan adaylarla seçmen ve halka rağmen siyasi kararlar alınabilir.

                Seçim yasası elden geçirilirken bu mevzuda da acil önlemler alınmalıdır. Mutlaka her dönem aday yoklamaları yapılmalı ve aday yoklamasına her vatandaşın katılma ve aday adayı olabilme hakkı ve hukuku olmalıdır. Aday adaylıkları için görevden istifa ve belli bir oranda istenen paralara da son verilmelidir. Eğer böyle olmazsa siyasetin sadece parası olanın işi olacağını ifade etmek gerekir. Şu ana kadar da hep öyle olmuştur. Parası olanlar düdükleri çalmışlar, ya da yine onların düdükleri çalınmıştır. Ondan sonra da çalınacak düdük müdük de kalmamıştır. Hırsızlara beyler bile borçlu kalmıştır. Diğer yandan vatandaş seçmen olarak verdiği oyunun kontrolünü elinde tutamamaktadır. O yetki devri yapıldıktan sonra artık tek otorite ve yetkili seçilen olmakta, seçenin herhangi bir hükmü kalmamaktadır. Sanki seçmen kendi yarattığı putlara tapınmak zorunda bırakılıyor.

Seçmenin kendi seçtiğini beğenmediği, ya da seçilmişin seçilme hakkını seçmen nezdinde kaybettiği durumlarda alaşağı edebilmelidir. Seçileni emrine girdiği otorite dışında kontrol mekanizması yoktur. Sadece seçimden seçime alanına inen ve hazır kıta yandaşlarla hasbihal olan gösteriş siyasetçilerinin de, hak ettikleri durumlarda önleri kesilmelidir. Ne yapalım önsüz mönsüz kalırlarsa da bir çaresini bulmak gerekir. Aziz dostlar işte seçim yasası bu noktalardan hareketle değiştirilmelidir. Yoksa sadece seçim barajına takılarak durumu dillendirmenin uzun vadede bir anlamı da olmayacaktır. Çünkü sadece seçim barajının düşürülmesi veya ortadan kaldırılması vurgulamaya çalıştığım olumsuzlukları ortadan kaldırmayacak ve belki daha şiddetli bir halde ortaya çıkarmaya devam edecektir.

                Toplumsal birlik ve beraberliği kökünden sabote ederek yerinden söken durumların başında da siyasi otoriteye yandaş olarak hak edilmeyen, emek verip alın teri akıtılmadan haneye kaydedilen menfaat ve çıkar hesaplarının geldiği söylenebilir. Burada şekillenen klikler arasında yaşanan husumetler veya yaratılmaya çalışılan çatışma olguları, hizmet verme, sahip olunan alın teri ürünü statülerin ideal roller olarak gereğinin yapılması, hak edilmeden elde edilenlerin toplumun diğer kesimlerinin de ortak oldukları kazanımları adil paylaştırma adına yapılmamaktadır. Eğer böyle olsa, bunun adına hizmet yarışı demek gerekir. Ötekileştirme çabalarının temelinde yatan; hak etmeden kendi payına düşenleri çoğaltma çabasından başka bir şey değildir. Bu ayrıştırıcı yandaşların ahlâkları çökmüş, inandıklarını ima ettikleri tüm değerleri ve normları normal standartlar dışına taşmış, dişleri kolayca kana battığı için her yeri ve her canlı varlığı boğazlanacak koyun gibi görmektedirler.

Bunların  hak ve adalet anlayışları ise mülkün adalete temel olması gibidir. Güya dünyanın her tarafında insanlığa demokrasi götürdüklerini söyleyen küresel emperyalistlerin bizdeki gibi toplumsal ayrıştırmaya dönük siyaset zeminleri yoktur. Ya insanlarını eşitlik ve adalet ilkelerine bağlı hale getirebilmişler, ya da gerçek demokrasiyi kendi halkları için işler hale getirmişlerdir. Amerika Birleşik Devletleri bin bir çeşit farklı etnik kökenlerden gelen insanlarını hukukun hakim olduğu sosyal devlete tam vatandaşlık ekseninde birleştirebilmiştir. Orada herkes; “her şey Amerika için” sloganını büyük bir gurur ve özgüvenle haykırabilmektedirler. Onların eğitim sistemlerinden geçenler, ortaklık ekseninde milli değerlere isyan edip; “devlet olmasa da olur” diyemezler. Bırakın içeriyi dışarıda bile devlete yan gözle bakanların gözlerine mil akıtmaktadırlar. Siyasi iktidarlara yandaşlık yapmak için kendi insanının haklarını gasp etmezler. Bu tür davranışları sadece kendi insan hak ve onuruna yakıştırmazlar. Buna yönelenleri de toplumsal vicdana havale ederek oralarda mahkum ederler.

                Eğer sıradan bir kamu çalışanı veya yine yasama, yürütme ve yargı erklerinden herhangi birisine yakınlık ruhsatını kaçak yollardan da olsa almış gösteriş baronlarının, eskiden ALLAH’ ın evi ibadethanemiz camilerimizin imamları diye bildiklerimizin yerlerine artık yeni statüleri çerçevesinde kurum imamlarının  kamusal alanları temelde siyaset adına yönetmeye başladıkları söyleniyorsa, burada ya din siyasete alet edilmiştir, ya da siyaset dine taşıyıcı alet edilmiştir. Her ikisi de dinin ve siyasetin ruhuna aykırıdır. Sonuç rahatsız edicidir. Bu rahatsızlıklar iyiden iyiye hissedilmeye de başlanmıştır. Siyasiler hiçbir durumda ve zamanda ayrıştırıcı söylem ve tasarımlar peşine takılamazlar. Hele yasama ve yürütme erklerini elinde tutan siyasi otorite böyle söylemlere hiç ama hiç yönelmemelidir. Böyle bir yönelişin sonucu en etkili zararı o hedef kitleye verecektir.

Siyaset tarihinde bu örnekler çok yaşanmıştır. Siyasi liderlerin öne çekip kendilerince yüceltmeye çalıştıkları hedef kitleler, tam aksine her türlü saldırıya açık hedefler haline gelmişlerdir. Yıllarca mağduriyetler yaşanmış, eğitimleri haksız yere engellenmiştir. Esasında bu durum sosyolojik bir olgudur. Bu tür üzerlerinde oynanan kitlelerin gururları okşansa da, hemen o anda karşıt bir kitle oluşmakta, kin ve nefret tohumları toprağa düşmektedir. Bana göre hiç kimse ve hiçbir seçilmiş kitle kendisini siyasete çok ucuz alet ettirmemelidir. Eğer yapabiliyorlarsa, kendilerini bütün bir milletin benimsediği değerler haline getirmelidirler. Böyle bir kazanım hem diğerleri ve hem de kendileri için daha hayırlıdır.

                Yaşanmış çok anlamlı tecrübeler ışığında örnek alınacak durumlar varsa, bunlar bilimsel ortamlarda bilim insanları tarafından tartışılmalı ve alınması gereken dersler alınmalı, model oluşturacak tutarlılıkta davranış biçimleri varsa mutlaka model alınmalıdır. Ancak tekrar vurgulamak istiyorum, kesinlikle siyasete malzeme edilmemelidirler. Ülkemizde çok çeşitli türlerde resmi ve özel eğitim kurumlarının mezunları vardır. Hepsi içerisinde çok yetenekli ve ülkemizin geleceği açısından değerli gençlerimiz vardır. Eğer bu gençler arasında değersizleşenler olmuşsa, onların sorumlusu da yine eğitim kurumu ve sistemi olmuştur. Gençlerimizin hepsini birini diğerine tercih etmeden çok sevmek zorundayız. Hepsi hepimizin geleceğidir. Onları asla ötekileştirmemeliyiz. Kendi çocuklarımız arasında da biraz birisine diğerinden fazla ilgi gösterdiğimizde diğerlerinin yüzleri asılmaya başlıyor ve iç dünyalarında yeni yeni şekillenmeler gözleniyor. Siyasetçilerimizin hangisi olursa olsun, bu tür tutum ve davranışlarını da engelleyecek yasal mevzuatların yine seçim yasası değişikliği çerçevesinde gündeme getirilmesi gerekir.

                Halkın hakemliği müessesesi mutlaka çalıştırılmalıdır. Hiç değilse onları ilgilendiren konularda fikirlerine baş vurulmalıdır. Sevgili dostlar düşünebiliyor musunuz? Eğer halkın hakemliği söz konusu olsa idi; dünyanın en pahalı yakıtını kullanmak zorunda olur muyduk? Yurt içi piyasalarda üretilen araç ve diğer tüketim malzemeleri için vergi olarak aslı kadar astarına da para öder miydik? Zamanı tasarruf etmek ve iş gücümüzü artırmak için araçlarımıza yakıt koymakta zorlanır mıydık? Milletin inancı ve değerleriyle uğraşan sermayedarların devlet kanunlarıyla korunarak üretim yapmaları sağlanabilir miydi? Tabi ki bunların hiçbirisi olmazdı.  İnşallah gerek siyasi otorite ve gerekse diğer siyasi partiler ortak aklı harekete geçirecek ve tüm bu sıkıntıların üstesinden geleceklerdir. Bu çok zor olmayacaktır. Eleştiriler mutlaka yapıcı ve geliştirici olmalıdır. Herkes ve her kesim eleştirilere açık olmalı ve dersler çıkarmalıdır. Doğrular söylenmeli ve yanlışlar eleştirilmelidir.

                Aziz dostlar, tüm bu olumsuzlukların yorduğu insanımızın maalesef demokratik tepki damarları da nasibini almakta ve artık sürü psikolojisine girmektedir. Sabahtan akşama kadar ya kredi kartına olan dönem borcunu yatırmak, ya da her hangi bir bankacılık işlemi için duvarlara asılan numaratörler önünde kolayca saatlerce bekletilmekte ve parasından daha değerli olan zamanının çalındığını dillendirip tepki koyamamaktadır. Üniversite gençlerimizi taşıyan toplu taşım araçlarında yaşananların bu durumdan farkı yoktur. Artık öğrencilerimiz şoförün “yat” komutuyla yattıkları ve “tamam trafik tehlikesi geçti kalk” komutuyla kalktıklarını ibret ve dehşetle izliyoruz. Üniversite yönetimleri bu işlerle uğraşıp kendi öğrencilerinin eğitim ve öğretim hizmetlerini kolaylaştıracak önlemleri almaktan çok başarılı olamamıştır.  Daha çok idari pozisyonlarının bir sonraki döneme yayılması hesapları yapılmakta, performanslarının çoğunu buna harcamaktadırlar. Kendilerini alternatif olarak ortaya koyanlar da benzer şekillerde popülist politikalara takılıp, gerçek sorunlara vurgu yapamamaktadırlar.

                Saygı ve sevgilerimle.

                Doç. Dr. Ali Osman ENGİN

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler güzel sözler deneme bonusu veren siteler