Tarihin Tekerrür Eden Yapısıyla Paralel Yapının Anti Sosyal Karakteri!..

Türkiye 13.09.2016 - 13:53, Güncelleme: 31.08.2023 - 05:00
 

Tarihin Tekerrür Eden Yapısıyla Paralel Yapının Anti Sosyal Karakteri!..

Tarihin Tekerrür Eden Yapısıyla Paralel Yapının Anti Sosyal Karakteri!..
“Öncelikle tüm Hasankaleli Hemşerilerimin Mübarek Kurban Bayramlarını tebrik ediyorum. Bayramın tüm Türk-İslâm alemine hayırlara vesile olmasını diliyorum”               Devletleri kurtaranlar liderleridir. Bu özdeyişin doğruluğunu teyit etmek için tarihin altın sayfalarından çok aydınlatıcı örnekler verebiliriz. Ak zambaklar ülkesi olarak tanınan Finlandiya, Hindistan ve daha başka birçok ülke ve topluluğun makus talihlerinin vurgulamaya çalıştığım karizmatik ve deha olarak kabul edilen liderleri tarafından yenildiği, karanlıkları yırtarak aydınlığa kavuşturulduklarını söyleyebiliriz. İşte bu manada büyük Türk Milleti de böylesi karizmatik deha liderlerin çıktığı en köklü ve arka plânı insanlık değerleriyle dolu kadim milletlerden birisidir. Bu milletin geliştirip şaha kaldırdığı Türk-İslâm Medeniyeti koruyan, yaşatan ve geliştiren bir medeniyettir. Halbuki Rahmetli bilge lider; Aliya İzzet Begoviç’in deyimiyle Batı medeniyeti ise her zaman yok edici, sömürücü ve başka medeniyetlere yaşama şansı bile vermeyen bir medeniyettir. Bu geçmişte böyleydi ve şu anda da böyledir. Aslında bu çerçeveden tarih hep olgu boyutuyla tekrar ediyor ve sadece zaman ve mekân değişikliği, farklılıklar olarak göze çarpıyor.             Kâinatın varlığının üzerine oturduğu temel gerçeklikler de bu varsayım çerçevesindedir. İnsanlık tarihi incelendiği zaman, doğal olarak her yokuşun mutlaka bir inişle karşılık bulduğu, her ölümün yeni bir dirilişe tekabül ettiği, yaşanılan acı ve ıstırapların insanı daha da olgunlaştırarak adeta eğittiği, gelişim psikologlarının iddialarında öne çıkan; id, ego süper ego, bilinç, bilinç altı, öz yeterlik algısı gibi kavramların da vurgulamaya çalıştığım durumlar çerçevesinde şekillendiğini çok yakın bir gelecekte daha detaylı olarak anlayacağız. Bu kavramlar temelinde edinilen tüm değerlerin öne çıkardığı yapı ve mekanizmalar sürdürülebilir bir kişilik tasavvuruna dönüşüyor. Bire bir yaşanılan somut olaylardan yola çıkarak ulaşılan genellemeler boyutuyla duruma toplumsa düzeyde bakıldığında ise ortaya çıkacak olan yeni ve farklı bir medeniyet tasavvuru olacaktır. Bu canlı, dinamik ve birbirini temellendiren süreçlerin hepsinin beslendiği enerji kaynakları da, duyuşsal öğrenme alanını süsleyen değer ve normlar olmaktadır. Elde olanların yapısı ne ise, çevreye uyum sürecinde dışa yansıyanlarda o doğrultuda olacaktır. Bunlara genetik yapı, kalıtsal miras değerler, sonradan temellendirilen ahlâkî ve kültürel kodlar denişe de, ortaya konulacak davranış sonuçlarının taşıyıcılarıdır.             Niyet ve amel kavramları arasındaki bağlamsal ilişkide bunu ortaya koyuyor. Evet ameller niyetlere bağlıdır. Ya da, ölçümlenebilir ve gözlemlenebilir davranışlar edinilmiş kişilik değerlerinin yönetip yönlendirdiği zihinsel ve biyolojik süreçlere bağlıdır. İster iyi ister kötü olsun bütün niyetleri ortaya konulan davranış ve amellerden anlayabiliriz. Ortaya çıkan sanal gerçekliklerden yola çıkılarak doğru değerlendirmeler yapılamaz. Tarih bilinci ve tarihsel bakışa sahip kişiler bu tezatları kolayca anlayabilir ve asıl gerçekliklerle onlardan doğurtulan ancak hiç onlara benzemeyen sanal  gerçeklikleri ayırt edebilirler. Şüphesiz bunun için bilgi, birikim ve donanım gerekiyor. Bilme şuuru temel yönlendiricidir. Bunun için sürekli araştırmak ve güncelin bilgisine ulaşmak gerekir.             15 Temmuz akşamı ülkemizi bölüp parçalamak ve küresel efendilerine peşkeş çekme kalkışması gerçekleştirilmeden önce buna işaret eden emareler yer yer ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu ipuçları dikkate alınmadığından gereken tedbirler alınamamış ve sonuçta odaklaşılan yıkımlar bir ölçüye kadar gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar bu hain darbe ve yıkım kalkışması önlenmişse de, ülkemize ve milletimize birtakım ekonomik, toplumsal ve güvenlikle ilişkili zararlar da verilmiştir. Halbuki daha önce verilen sinyaller anlaşılabilmiş olunsa idi belki bu yıkımlar yaşanmayabilirdi. Bataklığın ürettiği sivri sinekler sadece sonuçlardır. Sebep ise bataklıktır. Öyleyse bataklığa müdahale gerekir. Prof. Dr. Muharrem KILIÇ, Paralel yapının anti sosyal karakteri üzerine şöyle demektedir; Yakın siyasi tarihimizde paralel devlet yapılanması, asimetrik güç ilişkileri çerçevesinde kirli bir iktidar mücadelesinin aktörü olarak ortaya çıkmıştır. Bu anti-sosyal yapı, sivil alanın bütün meşrulaştırıcı dinamiklerini dinamitleyerek ve/ya istismar ederek, kendisine bu kirli mücadelede bir güç alanı devşirmiştir. İlgili yapı, bu süreçte dini değerlerin araçsallaştırılması suretiyle sözde bir manevi/tinsel iktidar alanı kurmuştur. Bu kirli iktidar, devasa ticaret hacmi ile oldukça yüksek bir maddi güce ve sermayeye de sahip olmuştur. İlkin meşruiyetini kurmuş olduğu sivil alanı metamorfoza uğratarak apolitik (seçilmiş hükümete karşı darbe girişimleri; demokratik siyasal alanı dizayn etme çabaları vd.) bir iktidar üretmiştir. Politik alana tasallut eden bu amorf yapı, ‘devlet aklını paralize eden bir paralel yapı/örgüt’ olarak tezahür etmiştir. Kamusal iktidarın kadro hareketi ile ele geçirilebileceği vehmine kapılan paralel yapı, uzun zamandır siyasi aktörlerce gösterilen zafiyetten ötürü kamusal alanı kuşatmaya yönelik bir yığınak yapmıştır. Bu yapılanmaya karşı, hukuk devleti, demokrasi, siyasal katılım ve özgürlükler gibi temel değerlerin yol göstericiliğinde bir siyasal alan savunması yapılmalıdır. Bu savunma, siyasal alanın bizatihi iktidar ve muhalefeti ile bütün aktörlerince derin bir bilinçlilik ile icra edilmelidir. Zira bu mesele, günübirlik politik karşıtlıklar ve söylemlerin üzerinde bir devlet meselesidir. Bu yapılanmanın siyasal alana ve kamusal düzene yönelik ortaya çıkardığı ağır hasarın izalesi adına bu, tarihî bir zorunluluktur. Ancak ne yazık ki ortaya çıkan politik hasarı idrak etme noktasında bile ortak bir siyasal zemin kurulabilmiş değildir. Söz konusu politik hasarın dışında, ağır bir sosyolojik, kültürel ve düşünsel hasar da söz konusudur. Her şeyden önce bu yapılanmanın üretmiş olduğu kolektivist sadakatçı kültür şahsiyet oluşumunu engellemektedir. Bireysel özgürlüğü, düşünmeyi, eleştirelliği değersizleştiren bu hastalıklı doku, kişilikleri anonimleştiren bir kitle kültürü var etmiştir. Ne yazık ki bu kitle kültürünün yol açtığı en yıkıcı hasar üniversitelerde ortaya çıkmıştır. Bu yüzden paralel yapılanmanın üniversiteler içerisinde örgütlenme imkânı bulmasını sağlayan zeminin sorgulanması gerekmektedir. Üniversitelerimizin bir ‘iç uygarlık’ inşasındaki görece başarısızlığı ve üniversiter alanda liyakatin egemenliğinin kurulamamış olması, geçmişte ve bugünde kolektif yapıların bu iktidar boşluğuna yönelik iştihalarının kabarmasına neden olmuş ve olmaktadır. Üniversiteler bilginin iktidarda olduğu kurumlar olamadıkça bilgi üzerinde iktidar kurmaya yarayan ideolojik aygıtlar haline gelmektedirler. Bu durum üniversite alanında belirli bir anda egemenlik kurmuş kolektif yapıların üniversiteleri kadrolaşma habitatlarına dönüştürmelerine imkân vermektedir. Kadrolaşma ve kayırmacılık, üniversitelerin ürün kalitesini düşürdüğü gibi kolektivist ve dışlayıcı bir kültürü dayatarak çalışma barışını da bozmaktadır. Bu durumun neticesinde meydana gelen kutuplaşma sahici kişiliklerin, dostlukların, insani ve düşünsel temasların imkânını yok etmektedir. Üniversitelerin, bütün kamu kurumlarına ve özel sektöre insan kaynağı sağlıyor olması üniversitelerdeki bu amorf yapının bütün çalışma alanlarına sirayet etmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan üniversitelerdeki kültürel hasarın izalesi ve liyakatin egemenliğine dayalı liderlik yapılarının oluşturulması, paralel yapının yükseköğretim alanından tasfiye edilmesi kadar önemli bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Bu meseleye gereken önem verilmedikçe ileride yeni paralel yapılanmaların veya farklı kolektif oluşumların üniversite alanını ele geçirme girişimlerinin önü açık kalacaktır. Yükseköğretim politikası yapıcılardan Yükseköğretim Kuruluna ve Üniversite yönetimlerine kadar tüm yükseköğretim paydaşlarının bu türden güç yozlaşmalarının tasallutuna karşı, bilginin iktidarını var edecek bir vizyon ve eylem kararlılığı sergilemeleri icap etmektedir. !5 Temmuz gecesi yaşandıktan ve oynanan tüm oyunların odağına konulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve içerisinde barındırdığı kim ne derse desin esasında kökenleri de aynı olan kadim ve büyük Türk Milleti; adına, şanına,  inancına, töresine yakışır şekilde püskürtmüş ve hainlerin niyetlerini kirli kursaklarına gömmüştür. Bu şanlı direnişin hikâyesi elbette ki yeni kuşaklara anlatılacak ve özgüvenleri en üst düzeylere çıkarılacaktır. Tarihi olaylar; insanüstü kahramanlar tarafından gerçekleştirilen insanüstü yaşantılar olarak değil, içimizden ve her birimiz gibi kahraman vatan evlatları tarafından başarılan kahramanlıklar olarak anlatılmalıdır. İşte o zaman gençlerimizin tarihsel şuur ve bilinçleri gelişecek ve o kahramanları kendilerine model olarak alacaklardır. Bu noktanın önemini özellikle tarihçilerimizin dikkatlerine sunmak istiyorum. Bu hain kalkışma bertaraf edildikten sonra, ortaya birtakım itirafçılar çıktı ve adeta bu sapkın anlayışın  yeni birtakım eğitim ve öğretim paradigmaları çerçevesinde 25. karelere işledikleri operasyonel düşünceleri çok ileri bir mücadele formu ve kodları olarak algılara yerleştirmeye çabalıyorlar. Başarılı olduklarını da ifade etmek gerekiyor. Çünkü bana göre kendilerinin üstlendikleri ve yürüttükleri algı operasyonlarını profesyonelce yürütüyorlar. Bunlar yumuşak ve akıl gücüne dayanan gri psikolojik savaş teknik ve taktikleridir.  Kendi ifadelerinde de saklamadıkları gibi geçmişte yürüttükleri kripto çalışmalar çerçevesinde yürüttükleri algı operasyonlarıyla ilgili yeni dünya düzeninin yep yeni kavramlarla ifade edilen profesyonel eğitimini almışlardır. Subliminal çalışmalar ve  ilimunati  bu yeni kavramlardandır. Tasarlanan “tek evren” vatanlı, Bahailik benzeri ve tüm dinlerin (özellikle kitabi dinlerin) ortak bir salata tabağındaki sebzeler misali benzer bir şekilde tek ortak dinli, küresel ölçekte yapılandırılan ve sanki sınırları yok edilmiş küresel bir köyü andıran tek küresel devletli yeni dünya düzeninin şövalyeleri olduklarına inanıyorum. Evet çok sevgili dostlar, algı operasyonları tüm hızıyla devam ediyor!.. Eğer bunun nasıl olduğunu merak eden olursa, yapılacak hassas bir ekip çalışmasıyla her şey açığa çıkabilir. Bu kişiler sadece mu8hataplarının çok iyi bildikleri birtakım bilgileri tekrarlıyorlar. Bu tekrarlar arasına saklı çok önemli mesajlara yatırım yaptıkları yine muhatapları tarafından anlaşılıyor. Çünkü ana gayelerinin; terör elebaşından kopacak ve ayrılacak hedef kitleye yeni bir alan açarak yeniden derleyip, toparlayıp yönetmek olabileceği gibi başka gayelere de hizmet ettikleri düşünülebilir. Ya da mevcut FETÖ terör örgütü elebaşını ; ya saf ve denildiği kadar hakimiyet ve gücü olmayan bir deli olduğunu, veya tam aksi insanüstü bir zekâ ve role sahip olabileceğini algılara yerleştirerek her halükârda bir masumiyet algısı yaratmaktır. Bu hedefe dönük çaba ve gayretler tüm hızıyla devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın da değindiği gibi, at izinin it izine karışmış olması algısı için de aynı şeyler söylenebilir. Benim burada ilave edeceğim bir durum daha var; paralel yapının çok şaşırtıcı bir oyunu daha sahneleniyor. At izini it izinden ayırt ettirmemek ve bu noktadaki kargaşadan yararlanmak için; atlara et yerine ot yedirmişler ve et yiyen atlar kendilerini it sanıyorlar. Kişnemeyip havlamaya başlamışlar. Dolayısıyla dışarıdan atı itten ayırt etmek çok kolay değildir. İt içinde aynı şeylerden bahsedilebilir. Onlara ise et yerine ot yedirilerek benzer karmaşayı yaratıyorlar. Bu sefer de itler kendilerini at sanarak havlamayıp kişniyorlar. İşin zoru da at izini it izinden ayırt etmek zorunda olan yargıya düşüyor. Arkasından Türk Emniyet teşkilatının en üst kademelerinde görev yapmış, emekli olmuş veya edilmiş bazı kişilerin yazdıkları kendi kitaplarından sergiledikleri okumalarla karşılaşıyoruz. Asıl kirli operasyonların kodlarının buralarda saklı olduğunu ifade etmek zorundayım. Anladığım kadarıyla bu vatandaşlar icra etmeleri gereken çok kritik görevler yerine maşallah oturup kitap yazmışlar. Bu emniyet yetkililerinden bazıları kendi dönemlerinde vuku bulan paralel yapı faaliyetlerini en ince ayrıntısına kadar anlatıyorlar. Bir başka ifadeyle kendilerinin emniyet teşkilatı içerisinde aktif konumda oldukları dönemlerde, kendi ifadeleri çerçevesinde paralel yapı mensuplarının yaptıkları operasyonları nasıl seyrettiklerini anlatıp duruyorlar. Ben fazla bir şey demiyorum da, sadece bazı sorular sormak istiyorum. Onlar bildiğim kadarıyla bazen çok amatörce operasyonlar yaparken, siz ne yapıyordunuz? Ha tamam ilerde yazacağınız kitaplar için malzeme yığılmasını bekliyordunuz. Ama sizin göreviniz her türlü tehdit ve tehlikeye karşı devleti ve milleti korumak değil miydi?.. Gerekirse elinizde olan imkân ve fırsatları kullanarak örtülü veya açık operasyonlarla o tehditleri kaynağında bertaraf etmek değil miydi? Kendi ifadelerinize bağlı olarak bir şeyler yaptığınızı anlatsanız da, neden devlet ve millet güvencesini ne pahasına olursa olsun sağlamadınız? Hain kalkışma gecesi o ajan provokatörlerin Gölbaşında bu devlet ve millet adına terörle mücadele eden ve daha yeni gelmiş olan Özel Harekât Polisi kahramanların üzerine bomba yağdırarak 50 canımızı toprağın kara bağrına düşürdüler. Hem de kalleşçe ve hiç akla hayale gelmeyecek şekilde bunu yaptılar. Bunu yaparken; şöyle rapor yazalım, böyle tutanak tutalım falan demediler ve kafalarına koydukları ihanet kodları doğrultusunda hareket ettiler. Bu hainlerin bu kadar palazlanıp devleti ve milleti tehdit eder hale gelmelerine kadar geçen süreçlerde devletimizin güvenlik birimlerini işgal eden sizler, bu tehditleri her ne pahasına olursa olsun, defetmek için operasyonel bir çaba ve engelleme yaptınız mı?.. Bana göre bu tehdidi sizler yarattınız. Birbirinizle olan koltuk mücadelenizde Kozanlı Ömerlere ve Kemalettin bilmem nelere ihtiyacınız vardı. Onları devlete paralel yapılar haline getirerek birbirinizin ve hatta devlet yapısının üzerine saldınız. Bu arada siz ve sizin gibiler de üzerine bindiğiniz sihirli halılarla uçmaya devam ettiniz. Şu ana kadar da kendinizi ve kitaplarınıza yazmak için topladığınız verileri bu kadar işin içerisinde olmanıza rağmen korudunuz. Ama, güya sorumlu olduğunuz, bu aziz milletin güvende olmasını sağlayamadınız. Siz ve sizler gibi olanların çok iyi bildikleri gibi, bu sorumlulukların farkında olanlar ise ümmetin ve milletin güvenliği için kendi güvenliklerini ve rahatlarını hiçe saydılar ve bu gün hayatta değiller. Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed ve O’nun şahsında  tüm peygamberler, İslâm Halifeleri, Sahabeler, tüm cihan padişahlarımız ve onların adına Abdul Hamit Han, Mustafa kemal Atatürk, Kâzım Karabekir, Eşref Bitlis, Muhsin Yazıcıoğlu, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Adnan Kahveci, Adnan Menderes, Paralel yapının deşifre ettiği ve ihanet şebekesi terör örgütü tarafından kalleşçe infaz edilen o adsız kahramanlar, Cem Ersever, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu, 12 Eylül öncesi ister sağcı desinler ister solcu desinler toprağa düşürülen o gençler, halâ devam eden vatan, millet, din ve namus savunmasında şehadet şerbetini içen  civanmertlerimiz ve daha yüzlercesi örnek verilebilir. Ben biliyorum ki onlar yaşasaydı sizler konuşamayacaktınız. Sevgili dostlar şimdilik bu kadar. İlerde bu oyunların ve tuzakların gerçek değişkenlerini çok ayrıntılı olarak ortaya koymaya çalışacağım. Akıllara gelenleri ve getirilmek istenenleri değil, hiç akıl edilemeyenleri ve beklenmeyenleri anlaşılır ve algılanabilir hale getireceğim.  
Tarihin Tekerrür Eden Yapısıyla Paralel Yapının Anti Sosyal Karakteri!..

“Öncelikle tüm Hasankaleli Hemşerilerimin Mübarek Kurban Bayramlarını tebrik ediyorum. Bayramın tüm Türk-İslâm alemine hayırlara vesile olmasını diliyorum”

              Devletleri kurtaranlar liderleridir. Bu özdeyişin doğruluğunu teyit etmek için tarihin altın sayfalarından çok aydınlatıcı örnekler verebiliriz. Ak zambaklar ülkesi olarak tanınan Finlandiya, Hindistan ve daha başka birçok ülke ve topluluğun makus talihlerinin vurgulamaya çalıştığım karizmatik ve deha olarak kabul edilen liderleri tarafından yenildiği, karanlıkları yırtarak aydınlığa kavuşturulduklarını söyleyebiliriz. İşte bu manada büyük Türk Milleti de böylesi karizmatik deha liderlerin çıktığı en köklü ve arka plânı insanlık değerleriyle dolu kadim milletlerden birisidir. Bu milletin geliştirip şaha kaldırdığı Türk-İslâm Medeniyeti koruyan, yaşatan ve geliştiren bir medeniyettir. Halbuki Rahmetli bilge lider; Aliya İzzet Begoviç’in deyimiyle Batı medeniyeti ise her zaman yok edici, sömürücü ve başka medeniyetlere yaşama şansı bile vermeyen bir medeniyettir. Bu geçmişte böyleydi ve şu anda da böyledir. Aslında bu çerçeveden tarih hep olgu boyutuyla tekrar ediyor ve sadece zaman ve mekân değişikliği, farklılıklar olarak göze çarpıyor.

            Kâinatın varlığının üzerine oturduğu temel gerçeklikler de bu varsayım çerçevesindedir. İnsanlık tarihi incelendiği zaman, doğal olarak her yokuşun mutlaka bir inişle karşılık bulduğu, her ölümün yeni bir dirilişe tekabül ettiği, yaşanılan acı ve ıstırapların insanı daha da olgunlaştırarak adeta eğittiği, gelişim psikologlarının iddialarında öne çıkan; id, ego süper ego, bilinç, bilinç altı, öz yeterlik algısı gibi kavramların da vurgulamaya çalıştığım durumlar çerçevesinde şekillendiğini çok yakın bir gelecekte daha detaylı olarak anlayacağız. Bu kavramlar temelinde edinilen tüm değerlerin öne çıkardığı yapı ve mekanizmalar sürdürülebilir bir kişilik tasavvuruna dönüşüyor. Bire bir yaşanılan somut olaylardan yola çıkarak ulaşılan genellemeler boyutuyla duruma toplumsa düzeyde bakıldığında ise ortaya çıkacak olan yeni ve farklı bir medeniyet tasavvuru olacaktır. Bu canlı, dinamik ve birbirini temellendiren süreçlerin hepsinin beslendiği enerji kaynakları da, duyuşsal öğrenme alanını süsleyen değer ve normlar olmaktadır. Elde olanların yapısı ne ise, çevreye uyum sürecinde dışa yansıyanlarda o doğrultuda olacaktır. Bunlara genetik yapı, kalıtsal miras değerler, sonradan temellendirilen ahlâkî ve kültürel kodlar denişe de, ortaya konulacak davranış sonuçlarının taşıyıcılarıdır.

            Niyet ve amel kavramları arasındaki bağlamsal ilişkide bunu ortaya koyuyor. Evet ameller niyetlere bağlıdır. Ya da, ölçümlenebilir ve gözlemlenebilir davranışlar edinilmiş kişilik değerlerinin yönetip yönlendirdiği zihinsel ve biyolojik süreçlere bağlıdır. İster iyi ister kötü olsun bütün niyetleri ortaya konulan davranış ve amellerden anlayabiliriz. Ortaya çıkan sanal gerçekliklerden yola çıkılarak doğru değerlendirmeler yapılamaz. Tarih bilinci ve tarihsel bakışa sahip kişiler bu tezatları kolayca anlayabilir ve asıl gerçekliklerle onlardan doğurtulan ancak hiç onlara benzemeyen sanal  gerçeklikleri ayırt edebilirler. Şüphesiz bunun için bilgi, birikim ve donanım gerekiyor. Bilme şuuru temel yönlendiricidir. Bunun için sürekli araştırmak ve güncelin bilgisine ulaşmak gerekir.

            15 Temmuz akşamı ülkemizi bölüp parçalamak ve küresel efendilerine peşkeş çekme kalkışması gerçekleştirilmeden önce buna işaret eden emareler yer yer ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu ipuçları dikkate alınmadığından gereken tedbirler alınamamış ve sonuçta odaklaşılan yıkımlar bir ölçüye kadar gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar bu hain darbe ve yıkım kalkışması önlenmişse de, ülkemize ve milletimize birtakım ekonomik, toplumsal ve güvenlikle ilişkili zararlar da verilmiştir. Halbuki daha önce verilen sinyaller anlaşılabilmiş olunsa idi belki bu yıkımlar yaşanmayabilirdi. Bataklığın ürettiği sivri sinekler sadece sonuçlardır. Sebep ise bataklıktır. Öyleyse bataklığa müdahale gerekir.

Prof. Dr. Muharrem KILIÇ, Paralel yapının anti sosyal karakteri üzerine şöyle demektedir; Yakın siyasi tarihimizde paralel devlet yapılanması, asimetrik güç ilişkileri çerçevesinde kirli bir iktidar mücadelesinin aktörü olarak ortaya çıkmıştır. Bu anti-sosyal yapı, sivil alanın bütün meşrulaştırıcı dinamiklerini dinamitleyerek ve/ya istismar ederek, kendisine bu kirli mücadelede bir güç alanı devşirmiştir. İlgili yapı, bu süreçte dini değerlerin araçsallaştırılması suretiyle sözde bir manevi/tinsel iktidar alanı kurmuştur. Bu kirli iktidar, devasa ticaret hacmi ile oldukça yüksek bir maddi güce ve sermayeye de sahip olmuştur. İlkin meşruiyetini kurmuş olduğu sivil alanı metamorfoza uğratarak apolitik (seçilmiş hükümete karşı darbe girişimleri; demokratik siyasal alanı dizayn etme çabaları vd.) bir iktidar üretmiştir. Politik alana tasallut eden bu amorf yapı, ‘devlet aklını paralize eden bir paralel yapı/örgüt’ olarak tezahür etmiştir. Kamusal iktidarın kadro hareketi ile ele geçirilebileceği vehmine kapılan paralel yapı, uzun zamandır siyasi aktörlerce gösterilen zafiyetten ötürü kamusal alanı kuşatmaya yönelik bir yığınak yapmıştır.

Bu yapılanmaya karşı, hukuk devleti, demokrasi, siyasal katılım ve özgürlükler gibi temel değerlerin yol göstericiliğinde bir siyasal alan savunması yapılmalıdır. Bu savunma, siyasal alanın bizatihi iktidar ve muhalefeti ile bütün aktörlerince derin bir bilinçlilik ile icra edilmelidir. Zira bu mesele, günübirlik politik karşıtlıklar ve söylemlerin üzerinde bir devlet meselesidir. Bu yapılanmanın siyasal alana ve kamusal düzene yönelik ortaya çıkardığı ağır hasarın izalesi adına bu, tarihî bir zorunluluktur. Ancak ne yazık ki ortaya çıkan politik hasarı idrak etme noktasında bile ortak bir siyasal zemin kurulabilmiş değildir. Söz konusu politik hasarın dışında, ağır bir sosyolojik, kültürel ve düşünsel hasar da söz konusudur. Her şeyden önce bu yapılanmanın üretmiş olduğu kolektivist sadakatçı kültür şahsiyet oluşumunu engellemektedir. Bireysel özgürlüğü, düşünmeyi, eleştirelliği değersizleştiren bu hastalıklı doku, kişilikleri anonimleştiren bir kitle kültürü var etmiştir. Ne yazık ki bu kitle kültürünün yol açtığı en yıkıcı hasar üniversitelerde ortaya çıkmıştır. Bu yüzden paralel yapılanmanın üniversiteler içerisinde örgütlenme imkânı bulmasını sağlayan zeminin sorgulanması gerekmektedir.

Üniversitelerimizin bir ‘iç uygarlık’ inşasındaki görece başarısızlığı ve üniversiter alanda liyakatin egemenliğinin kurulamamış olması, geçmişte ve bugünde kolektif yapıların bu iktidar boşluğuna yönelik iştihalarının kabarmasına neden olmuş ve olmaktadır. Üniversiteler bilginin iktidarda olduğu kurumlar olamadıkça bilgi üzerinde iktidar kurmaya yarayan ideolojik aygıtlar haline gelmektedirler.

Bu durum üniversite alanında belirli bir anda egemenlik kurmuş kolektif yapıların üniversiteleri kadrolaşma habitatlarına dönüştürmelerine imkân vermektedir. Kadrolaşma ve kayırmacılık, üniversitelerin ürün kalitesini düşürdüğü gibi kolektivist ve dışlayıcı bir kültürü dayatarak çalışma barışını da bozmaktadır. Bu durumun neticesinde meydana gelen kutuplaşma sahici kişiliklerin, dostlukların, insani ve düşünsel temasların imkânını yok etmektedir. Üniversitelerin, bütün kamu kurumlarına ve özel sektöre insan kaynağı sağlıyor olması üniversitelerdeki bu amorf yapının bütün çalışma alanlarına sirayet etmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan üniversitelerdeki kültürel hasarın izalesi ve liyakatin egemenliğine dayalı liderlik yapılarının oluşturulması, paralel yapının yükseköğretim alanından tasfiye edilmesi kadar önemli bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Bu meseleye gereken önem verilmedikçe ileride yeni paralel yapılanmaların veya farklı kolektif oluşumların üniversite alanını ele geçirme girişimlerinin önü açık kalacaktır. Yükseköğretim politikası yapıcılardan Yükseköğretim Kuruluna ve Üniversite yönetimlerine kadar tüm yükseköğretim paydaşlarının bu türden güç yozlaşmalarının tasallutuna karşı, bilginin iktidarını var edecek bir vizyon ve eylem kararlılığı sergilemeleri icap etmektedir.

!5 Temmuz gecesi yaşandıktan ve oynanan tüm oyunların odağına konulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve içerisinde barındırdığı kim ne derse desin esasında kökenleri de aynı olan kadim ve büyük Türk Milleti; adına, şanına,  inancına, töresine yakışır şekilde püskürtmüş ve hainlerin niyetlerini kirli kursaklarına gömmüştür. Bu şanlı direnişin hikâyesi elbette ki yeni kuşaklara anlatılacak ve özgüvenleri en üst düzeylere çıkarılacaktır. Tarihi olaylar; insanüstü kahramanlar tarafından gerçekleştirilen insanüstü yaşantılar olarak değil, içimizden ve her birimiz gibi kahraman vatan evlatları tarafından başarılan kahramanlıklar olarak anlatılmalıdır. İşte o zaman gençlerimizin tarihsel şuur ve bilinçleri gelişecek ve o kahramanları kendilerine model olarak alacaklardır. Bu noktanın önemini özellikle tarihçilerimizin dikkatlerine sunmak istiyorum.

Bu hain kalkışma bertaraf edildikten sonra, ortaya birtakım itirafçılar çıktı ve adeta bu sapkın anlayışın  yeni birtakım eğitim ve öğretim paradigmaları çerçevesinde 25. karelere işledikleri operasyonel düşünceleri çok ileri bir mücadele formu ve kodları olarak algılara yerleştirmeye çabalıyorlar. Başarılı olduklarını da ifade etmek gerekiyor. Çünkü bana göre kendilerinin üstlendikleri ve yürüttükleri algı operasyonlarını profesyonelce yürütüyorlar. Bunlar yumuşak ve akıl gücüne dayanan gri psikolojik savaş teknik ve taktikleridir.  Kendi ifadelerinde de saklamadıkları gibi geçmişte yürüttükleri kripto çalışmalar çerçevesinde yürüttükleri algı operasyonlarıyla ilgili yeni dünya düzeninin yep yeni kavramlarla ifade edilen profesyonel eğitimini almışlardır. Subliminal çalışmalar ve  ilimunati  bu yeni kavramlardandır. Tasarlanan “tek evren” vatanlı, Bahailik benzeri ve tüm dinlerin (özellikle kitabi dinlerin) ortak bir salata tabağındaki sebzeler misali benzer bir şekilde tek ortak dinli, küresel ölçekte yapılandırılan ve sanki sınırları yok edilmiş küresel bir köyü andıran tek küresel devletli yeni dünya düzeninin şövalyeleri olduklarına inanıyorum.

Evet çok sevgili dostlar, algı operasyonları tüm hızıyla devam ediyor!.. Eğer bunun nasıl olduğunu merak eden olursa, yapılacak hassas bir ekip çalışmasıyla her şey açığa çıkabilir. Bu kişiler sadece mu8hataplarının çok iyi bildikleri birtakım bilgileri tekrarlıyorlar. Bu tekrarlar arasına saklı çok önemli mesajlara yatırım yaptıkları yine muhatapları tarafından anlaşılıyor. Çünkü ana gayelerinin; terör elebaşından kopacak ve ayrılacak hedef kitleye yeni bir alan açarak yeniden derleyip, toparlayıp yönetmek olabileceği gibi başka gayelere de hizmet ettikleri düşünülebilir. Ya da mevcut FETÖ terör örgütü elebaşını ; ya saf ve denildiği kadar hakimiyet ve gücü olmayan bir deli olduğunu, veya tam aksi insanüstü bir zekâ ve role sahip olabileceğini algılara yerleştirerek her halükârda bir masumiyet algısı yaratmaktır. Bu hedefe dönük çaba ve gayretler tüm hızıyla devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın da değindiği gibi, at izinin it izine karışmış olması algısı için de aynı şeyler söylenebilir. Benim burada ilave edeceğim bir durum daha var; paralel yapının çok şaşırtıcı bir oyunu daha sahneleniyor. At izini it izinden ayırt ettirmemek ve bu noktadaki kargaşadan yararlanmak için; atlara et yerine ot yedirmişler ve et yiyen atlar kendilerini it sanıyorlar. Kişnemeyip havlamaya başlamışlar. Dolayısıyla dışarıdan atı itten ayırt etmek çok kolay değildir. İt içinde aynı şeylerden bahsedilebilir. Onlara ise et yerine ot yedirilerek benzer karmaşayı yaratıyorlar. Bu sefer de itler kendilerini at sanarak havlamayıp kişniyorlar. İşin zoru da at izini it izinden ayırt etmek zorunda olan yargıya düşüyor.

Arkasından Türk Emniyet teşkilatının en üst kademelerinde görev yapmış, emekli olmuş veya edilmiş bazı kişilerin yazdıkları kendi kitaplarından sergiledikleri okumalarla karşılaşıyoruz. Asıl kirli operasyonların kodlarının buralarda saklı olduğunu ifade etmek zorundayım. Anladığım kadarıyla bu vatandaşlar icra etmeleri gereken çok kritik görevler yerine maşallah oturup kitap yazmışlar. Bu emniyet yetkililerinden bazıları kendi dönemlerinde vuku bulan paralel yapı faaliyetlerini en ince ayrıntısına kadar anlatıyorlar. Bir başka ifadeyle kendilerinin emniyet teşkilatı içerisinde aktif konumda oldukları dönemlerde, kendi ifadeleri çerçevesinde paralel yapı mensuplarının yaptıkları operasyonları nasıl seyrettiklerini anlatıp duruyorlar. Ben fazla bir şey demiyorum da, sadece bazı sorular sormak istiyorum.

Onlar bildiğim kadarıyla bazen çok amatörce operasyonlar yaparken, siz ne yapıyordunuz? Ha tamam ilerde yazacağınız kitaplar için malzeme yığılmasını bekliyordunuz. Ama sizin göreviniz her türlü tehdit ve tehlikeye karşı devleti ve milleti korumak değil miydi?.. Gerekirse elinizde olan imkân ve fırsatları kullanarak örtülü veya açık operasyonlarla o tehditleri kaynağında bertaraf etmek değil miydi? Kendi ifadelerinize bağlı olarak bir şeyler yaptığınızı anlatsanız da, neden devlet ve millet güvencesini ne pahasına olursa olsun sağlamadınız? Hain kalkışma gecesi o ajan provokatörlerin Gölbaşında bu devlet ve millet adına terörle mücadele eden ve daha yeni gelmiş olan Özel Harekât Polisi kahramanların üzerine bomba yağdırarak 50 canımızı toprağın kara bağrına düşürdüler. Hem de kalleşçe ve hiç akla hayale gelmeyecek şekilde bunu yaptılar. Bunu yaparken; şöyle rapor yazalım, böyle tutanak tutalım falan demediler ve kafalarına koydukları ihanet kodları doğrultusunda hareket ettiler. Bu hainlerin bu kadar palazlanıp devleti ve milleti tehdit eder hale gelmelerine kadar geçen süreçlerde devletimizin güvenlik birimlerini işgal eden sizler, bu tehditleri her ne pahasına olursa olsun, defetmek için operasyonel bir çaba ve engelleme yaptınız mı?.. Bana göre bu tehdidi sizler yarattınız. Birbirinizle olan koltuk mücadelenizde Kozanlı Ömerlere ve Kemalettin bilmem nelere ihtiyacınız vardı. Onları devlete paralel yapılar haline getirerek birbirinizin ve hatta devlet yapısının üzerine saldınız. Bu arada siz ve sizin gibiler de üzerine bindiğiniz sihirli halılarla uçmaya devam ettiniz. Şu ana kadar da kendinizi ve kitaplarınıza yazmak için topladığınız verileri bu kadar işin içerisinde olmanıza rağmen korudunuz. Ama, güya sorumlu olduğunuz, bu aziz milletin güvende olmasını sağlayamadınız.

Siz ve sizler gibi olanların çok iyi bildikleri gibi, bu sorumlulukların farkında olanlar ise ümmetin ve milletin güvenliği için kendi güvenliklerini ve rahatlarını hiçe saydılar ve bu gün hayatta değiller. Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed ve O’nun şahsında  tüm peygamberler, İslâm Halifeleri, Sahabeler, tüm cihan padişahlarımız ve onların adına Abdul Hamit Han, Mustafa kemal Atatürk, Kâzım Karabekir, Eşref Bitlis, Muhsin Yazıcıoğlu, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Adnan Kahveci, Adnan Menderes, Paralel yapının deşifre ettiği ve ihanet şebekesi terör örgütü tarafından kalleşçe infaz edilen o adsız kahramanlar, Cem Ersever, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu, 12 Eylül öncesi ister sağcı desinler ister solcu desinler toprağa düşürülen o gençler, halâ devam eden vatan, millet, din ve namus savunmasında şehadet şerbetini içen  civanmertlerimiz ve daha yüzlercesi örnek verilebilir. Ben biliyorum ki onlar yaşasaydı sizler konuşamayacaktınız.

Sevgili dostlar şimdilik bu kadar. İlerde bu oyunların ve tuzakların gerçek değişkenlerini çok ayrıntılı olarak ortaya koymaya çalışacağım. Akıllara gelenleri ve getirilmek istenenleri değil, hiç akıl edilemeyenleri ve beklenmeyenleri anlaşılır ve algılanabilir hale getireceğim.  

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetepasinler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler acotr.org deneme bonusu veren siteler 2023 deneme bonusu veren siteler grandpashabet grandpashabet giriş cratosroyalbet betwoon giriş betwoon